Söz, Tekrara Düştü…

Değerinin, okuyucunun kıymet takdirine bırakılamayacak derece de bir vakte şahitliğin ve üzüntünün vakte meydan okumasına fırsat vermeden düşülen birkaç nottan ibarettir. Sözün tekrara düşmesi, bir döngünün içinde ki insanın, kendi hayatına olan şahitliğinin, coğrafyanın hikâyesiyle olan bağlamı üzerinden birkaç kelam… Söz her daim tekrara düştü, bu aslında tarihin tekerrür etmesi gibi bir şeydi.

 

Söz tekrara düştü. Yol uzundu. Yorgun bakışları arasında geziniyordu dünya. Umursamaz ve gizli bir tebessümle sağlam durmaya çalışması kendi yorgunluğunu gizlemesindendi. Kime ne dese, kime ne söyleseydi de gülüşünün altındaki ağlamaklı haline, fay hattının varlığından kalma günlere bakıp suskun gözlerle masumiyetin varlığında geziniyordu. Kararsız bir ortamın yeşerttiği acıların varlığını hiç düşünmeden yaşamalıydı. Kıştan kalma ümitsizliğin kol gezdiği, masum gözlerinde ki telaştan belliydi.

 

Söz tekrara düşmüştü. Sarmaşıklar bitki örtüsünün dağılışında yer ediniyordu. Karasal iklimin, Karadeniz ikliminden kalma yağışlı günlerini yaşıyordu toprak. Humusun, toprağı yağmur sularıyla terk ettiği, akarsulara doğru akan bir yağmur damlasının yol alması gibi bir şeydi bu.

 

Bu yolculukta insan bu ya, yanında biraz toprak biraz taş parçasını taşır arsızcasına, durulacağa güne kadar hızlı akacak, debisi eğimli arazilerde artistlik yapacaktı. Eğimin azaldığı yerlerde menderesler çizecek, gençlik günlerini geride bırakıp yaşlılık dönemini yaşayacaktı. Ama eninde sonunda denize ulaşma kaygısı varsa, ulaşacaktı. Denizlere ve denizlerin sığ kesimlerinde adeta denizden yer kazanmışçasına biriktirecekti getirdiklerini… Dertlerini, umutlarını…

 

Ne desem dediğin bir dünya dan uzaklaşmadan toprakla suyun hikâyesinde akarsuyun varlığına rağmen bir damla suyun, tatlı su ile evrimsel döngüsünün bir yok oluşun, yeni bir başlangıca olan yolculuğunun bir anlatımında hayat bulacaktı karasalllık… Karasal iklimin, Karadeniz ikliminden kalma yağışlı günleri yaşıyordu yine toprak.

 

Söz tekrara düşmüştü yine… Bir ömrün ve insanların vaktine dair değer biçerken, vakti bir başkasının adına harcama yetkisini nereden aldı da ömrün geçen vakitlerini değersizliğe sürükledi. Yazık ki bilmediği tanımadığı bir vebalin ayrımcılığında net bir gerçeği ifade edeceğini mi anladı, anlamasını beklemek bile bir istifa dilekçesiyle alıp başını gitmeyle de olmazdı, karar verecek, fakat yediği ömrün, hayallerin sürüncemesini en baştan yaptığı yanlış tercih, bir ömre bedel ettiren kararın isyan noktasında bıktırıcı nidaları eşlik ediyordu cümlelerine. Vazgeçti… Sözün tekrara düştüğü gerçeği ile hayatın, insanların ağzından münafık alametlerini barındıran sözlerinden vazgeçti.

 

Ve tekrara düşmeden gideceği yolun çizgisini edebiyatın kendi cümleleri içerisinde belirlemişti. Yazdığı tamamen edebiyattan ya da tamamen coğrafyanın yaşadığı, kırgınlığın fay hatlarında ki yıkılışıydı galiba… Tabi birkaç kelama sığdırmıştı sözlerini… Ve bilmek ile tanımak arasında ki farkı belki anlar diye söz yine tekrara düşmüştü. Bileceği ve tanıyacağı da bu döngünün içinde bizzat kendisiydi. Tanımadan yaptığı eleştirinin, bilmekle kalmaması gerektiğini söylese de galiba, lafla peynir gemisini yürütme derdindeydi.

 

Ve yolculuk boyunca söyleniyordu kendi kendine… Dilinde bir türkünün notaları falan yoktu. Bilemezsin toprağın garipliğini, akarsuyun garipliğini ve insanın garipliğini diye söyleniyordu. Söz yine tekrara düşmüştü. Bir hikâye yine cümlelerde yerini almıştı. Bazen bir deneme yazısında ve bazende bir hikâye formatında söz, cümlelerin kendi içinde dünyaya dair tekrara düşmüştü. Vesselam… Kalın sağlıcakla.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.