Sezai Karakoç’un Psikoportresi

Bu zamana kadar çeşitli yazı türleri okudum. Son on beş yılda da portre türü üzerinde özel olarak çalıştım. Gördüm ki bu yazı türünde yazılar var. Fakat portre türünün özelliklerini bir bütün olarak barındıran eserler çok az. Portre yazılarını yazan kişiler, genelde tanıdıkları kişileri her yönüyle değil, tek taraflı olarak bir veya birkaç yönüyle anlatmışlar. Oysa bir karakter ortaya koyabilmek için kişiyi iyi ve kötü yanlarıyla ele almak gerekir. Ben bu anlayışla hareket ederek Türk edebiyatının Tanzimat’tan günümüze kadar, önde gelen şair ve yazarlarının psikoportrelerini bilimde ayıp olmaz ilkesiyle beş kitapta anlattım. Her ne kadar nesnel olmaya çalışsam da portre türünün doğası gereği öznel değerlendirmelerim de oldu.

 

16 Kasım 2021 tarihinde aramızdan ayrılan Sezai Karakoç’u da “Son Dönem Türk Edebiyatın Psikoportreler” adlı kitabımda anlatmıştım. Sezai Karakoç’u bu kitabımın ve yeni bilgilerin ışığında sizlere tekrar anlatacağım. Sezai Karakoç’un adı Kur’an’ı Kerim açılarak konmuş: Muhammet Sezai. Babası ve annesi çok dindardı. Babası küçükken ona dinsel hikâyeleri ve Hz. Muhammet’in hayatını okurdu. Ondaki okuma tutkusu işte bu yıllarda oluşmuştu. Bir Müslüman gülse gülerlerdi, bir Müslüman ölse ağlarlardı. Büyüdüğü dindar atmosfer onun ideolojisinin mayası oldu. Ağır başlı ve içe dönük bir çocuktu. Onun bu ruh hâli derslerine de yansımıştı. Ana derslerden başarılıyken müzik, resim ve beden gibi derslerden başarısızdı. İçe dönük yapıda olması, kendi başına çalışma alışkanlığını doğurdu. Kimseden yardım almadan Arapça ve Farsçayı öğrendi. Kendisini daha çok okumaya verdi. Gençliğe adım attığı dönemlerde aldığı İslami terbiye gereği İslamcı ve milliyetçi yayınları takip etti. Lise yıllarında Batı edebiyatını okumaya başladı. Lise son sınıftayken Fransızca çeviri yapacak seviyeye geldi. Liseden sonra babası oğlunun ilahiyat okumasını istedi ama Sezai’nin gönlü felsefedeydi. Maddi imkânlarının yetersiz olmasından dolayı Siyasal Bilgiler Fakültesini okumaya karar verdi. Üniversite yıllarında üstat bildiği Necip Fazıl’la tanıştı. Ona saygıda kusur etmez, dahası parasının tamamını verirdi. Bu yıllarda henüz 19 yaşındayken Mona Roza Şairi olarak anılmasını sağlayacak bir aşk şiiri kaleme aldı. Bu şiir üzerine çok çeşitli hikâyeler oluşturuldu, yorumlar yapıldı. Fakat Sezai Karakoç şiir üzerine uzun yıllar konuşmadı. Hatta şiiri saklamaya çalıştı. Bunun sebeplerinden biri Karakoç’un sıkılgan ve utangaç olmasıydı. Bir başka sebep de bana göre İslami terbiye almış biri olarak bir aşk şiirini alenen kabullenmeyi ayıp günah olarak görme ihtimaliydi. Zira İslam’da bir kadına aşk şiiri yazmak hoş karşılanmaz. Karakoç, sonraki yıllarda birkaç değişiklik yaparak şiiri kitabına aldı. Mona Roza, bugün dahi Sezai Karakoç’un diğer önemli yönlerini gölgeleyecek kadar sevilmekte ve okunmaktadır. Her şairi şair yapan, bir şiir vardır. Sezai Karakoç’u da şair yapan şiir de Mona Roza’dır.

 

Sezai Karakoç fiziki olarak orta boya, boyuyla orantılı bir kiloya sahipti. Kıvırcık simsiyah saçları ve iri, hafifçe çekik gözleri vardı. Esmer yüzü oval biçimindeydi. Yüzünde her an düşünen bir adamın ifadesi bulunuyordu. Kafası vücuduna göre iriydi. Bu yapı, onun düşünen bir insan olduğunun belirtisi gibi duruyordu. Yakın çevresindekilerden bazıları Karakoç’u Çinlilere benzetirdi. Böyle bir fiziki yapıya sahip olan Sezai Karakoç, Türkmen kökenliydi. Sezai Karakoç’u yüzüne bakanlar onun sert mizaçlı biri olduğuna hükmedebilir. Bunda tamamen de haksız sayılmazlar. Onun zaman zaman kızgın, öfkeli ve sinirli hâlleri vardır. Şımarıklığı, fotoğraf çektirmeyi, övülmeyi ve fazla konuşmayı sevmedi. Konuşmalarında kesinlik ve kararlılık vardı. Vefalı, kuşkucu, pek gülmeyen, sezgileri kuvvetli, duygu durum bozukluğu yaşayan, daima hüzünlü, devlet malına tamah etmeyen, kendi başına buyruk ve sade yaşayan biriydi. Aç kaldığı günlerde dahi kedisine yardım edilmesine, Diyanet’in hacca götürme teklifine rest çekmişti. 2007 yılında da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nü kabul etmiş fakat almaya gitmemişti. Uygun görülmesi hâlinde ödülle ilgili bir tören yapılmamasını istemişti. Ödül plaketi ve belgeleri de posta yoluyla kabul edebileceğini bildirmişti. Yine 2021’de İstanbul Üniversitesi Karakoç’a fahri doktora unvanı vermişti. Sezai Karakoç yine şaşırtmayarak fahri doktorayı üniversitede almak istemedi.  Bunun üzerine üniversite yöneticileri Diriliş Kitabevine giderek Karakoç’a fahri doktorayı burada takdim etti. Alçak gönüllü olarak bilinen Karakoç’un devletin kendisine ilgi göstermesine mesafeli durmasını ondaki gizli kibre bağlayanlar da oldu. Madem ödülü ve fahri doktorayı almaya gitmeyecekti, o hâlde bunları neden kabul etmişti gibi eleştirenler yapıldı.

Sezai Karakoç’un fikir dünyasının temelini İslam oluşturmaktadır. İslam dünyasının parçalanmışlığının ve geri kalmışlığının yine İslam’la tedavi edilebileceğine inanıyordu. Böylece yeniden bir “diriliş” başlayacaktı. Türk, Kürt, Arap ve Fars gibi millet isimlerinin öne çıkarılmasını, İslam milleti düşüncesine zarar verebileceği gerekçesiyle doğru bulmadı. Bundan dolayı millet isimlerinin yerine hep İslam milleti tamlamasını kullandı. En büyük hayali Orta Doğu’da büyük bir İslam Devleti kurulmasıydı. Karakoç, Cemal Süreya’nın deyimiyle inancının çılgını bir şair olduğu için böyle ayakları yere basmayan fikirler taşıyordu. Karakoç, çocukluğundan beri taşıdığı İslam düşüncesinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine tepkiliydi. Daha ortaokuldayken Atatürk’ün büstüne her öğrenci selam vererek önünden geçerken Karakoç, selam vermeden geçip gidiyordu. Mensubu olduğu Türk milletinin adını dahi yazılarında mecbur kalmadıkça kullanmadı. Ancak onun bu tavrı, Türkçeyi sade bir şekilde şiirlerinde kullanmasına engel olmadı. Karakoç sağ ve soldan birçok kişinin ittifakla söylediği gibi Türkçenin en iyi şiirlerine imza atmıştır. Pek bilinmez ama Sezai Karakoç, Arapça ve Farsça sözcükleri değil de yaşayan Türkçe sözcükleri kullandığı için bir zamanlar MTTB tarafından yasaklanmıştır. Bu bakımdan ona sahiplenen İslamcı kesim tarafından pek de anlaşılmamıştır.

 

Yaşlılığa bağlı rahatsızlık sebebiyle İstanbul'daki evinde ölen ünlü şair, 17 Kasım günü Şehzadebaşı Camisi’nde kılınan cenaze namazından sonra caminin haziresine defnedildi. İnsanların fikirleri eskiyebileceği için Karakoç’un bazı fikirleri de miadını doldurmuş olabilir ama Sezai Karakoç, şiirleriyle her daim yaşayacaktır. Allah gani gani rahmet eylesin.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • İsmail Kurt 06 Aralık 2021 17:41

    Elinize kaleminize sağlık. Ancak fikirlerinin önemi gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. Hatta anlamakta gecikenler Müslümanların daha fazla zarar görmesine ve dağınıklığına sebep oluyor.Hangi fikirleri miadını doldurdu acaba?

  • Fuat Sulhî Erzurumlu 01 Aralık 2021 23:01

    Efendi Sezai Karakoç kimseden fahri doktora istedi mi? İhtiyacı var mıydı böyle bir şeye? Sezaî Karakoç çılgın filan da değildi. Sen de sanki fahrî doktora verenler gibi şairi tüketmiyor musun? Elini vicdanına koy da söyle bu karalamaların Karakoç'a ne katıyor?

  • Himmet Ali Koplugil 01 Aralık 2021 22:56

    "Türkmen kökenliydi" ne demek hemşehrim? Adamın ataları Bayburtlu Türk? Türkmen de neyin nesi? Kabilesini millet yapın bari, bölmeye daha fazla yardımcı olur.

  • Asım Akardemirli 01 Aralık 2021 22:53

    "Zira İslam’da bir kadına aşk şiiri yazmak hoş karşılanmaz" kim demiş?