Rivayet odur ki…

Rivayet odur ki; başlığını atarken şöyle bir yanılsamaya düşüp bir gündelik rivayetten bahsedecek falan değilim. Söylentilere kulak asmayacak ve doğru ile yanlış olanı ayırt edebilme özelliğine yani beşeri erdem ifadesinin tezahürü olan güçlü bir ahlak yapısı ve sağlam bir akıl durumunun varlığının önemsenecek olmasını da dikkate alarak, magazinsel rivayete de dair bir deneme yazısını edebiyatın kendi içinde ki yerine taşımak derdindeyim.

 

Rivayet; tanımsal yönü itibariyle söylenti ifadesinin karşılığını oluşturmakta. Bir diğer yönüyle kelimenin geçmiş zamana yönelik bir ifadeyi de belirtme ağırlığı söz konusu. Geçmiş zamanın miş’li ya da di’li olması arasındaki farkın yanı sıra geleceğe dair bir rivayetin varlığına da kâhinler veya falcılara bırakılmış olması söylentinin gerçekliğini oluşturmamaktadır.

 

Rivayetlere çokta kulak asmak yerine, gerçeklikten uzaklığına ve mecazın kendi içindeki masumiyetine sığınması, başlığa bakıp nasıl bir rivayetten bahsediliyor, düşüncesiyle deneme yazısını okumaya başlamak, bir rivayetin varlığına sığınmak olacaktır. Yani iyi niyetle şunu söyleyebiliriz; art düşünceyi gündeme almadan. Ya da art düşüncenin, düşüncenin arka bahçesi olan “art” kısmından uzakta. Çünkü düşüncenin art kısmı, hinterlandıyla alakalı olsa gerek… Düşünce hinterlandının dar olması, rivayetin karşılık bulmasına neden olabilir.

 

Neyse konuya kaldığı yerden devam edecek olursak; rivayetin platonik ilham olma özelliğini bir kenara not almak gerektiği bir bakıma önemli. Platonik ilham, aslında dışarıdan ve içeriden birçok etkinin varlığıyla idame edilebilir bir kavramdır. İlhamın kaynağı şayet bir arabesk kültür ise; başka, dışarıdan kulaktan duyma bir ifade ise bu daha bir başka, olma özelliğini bir üst kademeye çıkarmıştır.

 

Bu paragrafın devamına dair ‘şöyle’ imgesiyle başlamak yerinde olacaktır. Şöyle, daha bir başka olma özelliğinin taşınacağı yer bir kiracı mantığı ile eşdeğerde olacaktır. Bu kısma değineceğiz; fakat önce şu kısmı anlamamız gerekecek. Daha bir başka olması cahilliğin alametifarikasıdır. Konu nereden nereye gidiyor diye düşünmeyin. Aslında felsefi anlamda bir irdelemeye tabi tutulan bir deneme de rivayet odur ki ifadesinin karşılığı yani söylentiyi konuşuyoruz.

 

Birkaç soru ile konuyu ilerletelim. Cahilliğin gerekçesi olabilir mi? Tabi olabilir. Ya da cümleye şuradan başlayalım cahil kime denir? Cahil; iyinin, doğrunun ne olduğunu bilmeden, iyinin ya da doğrunun yerine, iyi ve ya doğru olduğunu düşündüğü yanlışı, kendince fikir dünyasına ve reel de yerleştirendir.  Öznesi yine insandır. Gerekçesi var mı cahilliğin? Her vakitte tükenen değil, eksilmeyen bir gerekçe elbette söz konusudur.

 

Cahillik üzerine bir kıstas koymak ile âlim olmanın kıstası arasında bir irdeleme durumu oluşturmak aslında bir teraziye ihtiyaç duymaz. Çünkü âlim olmak; bir birikim sahibi olmaktan geçme gibi bir özgüven anlayışına sahip değildir. Cahillik üzerine yazılması gereken fikri bir inceleme yazısı oluşturmak dahi, durumun insanlıkla var olması da ayrı bir rasyonalitedir. İçgüdüsel bir cahillik platonik bir ilham düşünceyle hayat bulabilir mi? Uzun mevzular…

 

Rivayet odur ki; evvel zaman içinde kalbur saman içinde; pireler berber develer tellal iken… Burası elbette kültürel anlamda ayrı bir özelliğe sahip ve değerli.

 

Netice de bu haftanın yazısını da dinlemenin gerekliliği, duymamanın erdemliliği üzerine, sosyolojik veri ve gündelik söylentilerin içeriğini anatomik mana da bir elek yöntemine tabi tutup, rivayetin odur ki; kısmıyla ilgilenmeyip detayına dair felsefi ve edebi anlam da bir yazı dizisiyle, cümlelerin birbirini takip etmesiyle son buldu.

Sağlıcakla kalın…

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.