Gazali’nin Haklı/sız/lığı Üzerine

İslam dünyasında günümüzde de devam eden düşünme ve akıl krizi üzerine kafa yoranlar suçun bir kısmını Gazali’ye yüklemekten çekinmezler. Bunun sebebi Gazali’nin akılcılığa karşı çıkmasıdır. Gazali, kendinden önce Kindi ile başlayan Farabi ve İbn Sina’yla devam eden din ve felsefenin birliğini savunan görüşe şiddetle itiraz etmiştir. Bir başka ifadeyle din ile sorgulamanın bir arada olamayacağını savunmuşur. Dini, akılsallaştırmanın dinin özünü bozacağını ileri sürmüştür. Tanrı’nın akılla bilinemeyeceğini dile getirmiştir. Tanrı’nın akılla bulunacağını savunanları da küfürle suçlamıştır. Gazali aslında akılla aklı çürütmeye çalışmıştır. Bu neticeye varana kadar şüphe krizleri yaşamış hatta depresyona girmiştir. Gazali’nin akılcılığa böylesine karşı çıkmasında yaşadığı dönemin tesiri de vardır. Dönemindeki Haçlı Savaşları, İsmaililerin ve Batınilerin faaliyetleri İslam dünyasında kaosa sebep olmuştur. Bundan kurtulmak için Yunan(Grek) menşeli olduğunu düşündüğü akılla yapılan izahlara karşı çıkarak kendi dinsel değerlerine sarılmıştır. Akla dayanan felsefe yerine hikmete ve tasavvufa dayanan düşünselliğe yönelmiştir. Gazali’nin felsefe ya da akılla dinsel düşünceyi meşrulaştırmaya çalışanlara karşı çıkması kanaatime göre doğrudur. Zira dinsel düşünceyi veya vahyi akılla temellendirmek mümkün görünmüyor. Dinsel düşünce birtakım sezgisel ve akılsal olduğu söylenen verilere dayanırken felsefe, aklı ve sorgulamayı önceliyor. Bu görüşüme Kur’an’ı Kerim’de akla önem verildiğine dair ayetler söyleyerek karşı çıkanlar olabilir fakat onlara belirtmek isterim ki Kur’an’daki akıl itaate, kendinden olmaya çağıran akıldır. Bugün felsefenin devamı olan bilimle de dinsel bilgilerin birçoğu doğrulanamaz. Gazali, bu yol ayrımında felsefe yerine dinsel duyuşu ve düşünceyi tercih etmiştir.

 

Ancak suçu sadece Gazali’ye yüklemeden söylemem gerekirse Gazali’nin akılla aklı boğması ve onun gibi düşünenlerin hâkim olması İslam dünyasında Batı’daki dinsel skolastik düşünceye benzer bir yapıyı doğurmuştur. Bu yapı bizi; bilim, sanat, siyaset, felsefe ve spor gibi birçok alanda sekteye uğratmıştır, üzülerek belirteyim ki uğratmaya da devam etmektedir. Batı; din, felsefe-bilim çatışmasını en acımasız şekliyle yaşadıktan sonra çözümü dini, bilim ve felsefeden ayırarak seküler bir hayatı benimsemekte bulmuştur. Kimine göre de Batı felsefesi ve bilimi dini hayattan kovarak başarıya ulaşmıştır. Peki, İslam dünyası nasıl bir yol takip etmelidir? Kanaatime göre her şeye dinsel bir yorum getirmekten uzak durulmalıdır. Bilime, sanata, edebiyata, hukuka, siyasete, felsefeye ve diğer alanlara durağan dinsel yorum getirmek bu alanlardaki gelişmeleri önlüyor. Çünkü diğer alanların kendine göre bir bilgi birikimi ve metodolojisi var. Bunu görmezden gelerek sadece dinsel yorumla yetinmek kocaman bir yanlıştır. Dolayısıyla bu alanlarda hiçbir bilgisi olmayan din adamlarının dinsel yorum yapması doğru değildir. Kaldı ki pozitif ve sosyal bilimlerdeki gelişmeler eğer dinsel yorumları yanlışlayacak şekilde cereyan ederse bundan en fazla din zarar görecektir. Nitekim görmüştür ve görmeye de devam etmektedir. O hâlde din, felsefe- bilim birbirine karıştırılmamalıdır. Bu düşüncelerimden din ile felsefe- bilimin çatıştığı çok rahat çıkarılabilir. Ancak marifet bana göre her üçünü çatıştırmamaktır.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.