Bütün Bu Süreç…

İlginç vakitler… Sonucun buraya kadar geleceği baştan belli miydi? İsmet Özel’in ifadesiyle; “Kaderine boyun eğenler, şartlara teslim olmayanlardır.” Şeklinde mi düşünülmeliydi. Şartlara teslim olmak mı? Yoksa şartların getirisine rağmen, kim var dediklerinde, ben varım diyebilme cüretine sahip olmak mıydı bütün mesele?

 

Beşeriyetin doğal dengenin içinde savaşlarla ilgili, yapacak bir şeyin olmadığına dair kuvvetli bir inançla sessizliğe bürünmesi bir düşünebilme yetisinin iradesel tezahürü müydü? Sanmam. Baharın esintisinde şimşeklerin gökyüzündeki sesinin uzaklığına itibar etmeden, korkudan çatlayan tohumun, toprakta ki azot miktarına sağladığı katkıyla mı bakmalıydı gökyüzüne insan? Sosyal medyanın çürüttüğü kaliteli ve kalitesiz unsurların bileşkesinde miydi itibar denilen kavram? Ya da bütün öğrenmelerin doğru ya da yanlış ayırt etmeden serpilişi mi bütün bu süreç?

 

Kuru bir ekmekle bir tarla başında, tarlasında ki verimi düşünen bir çiftçinin geleceğe dair beklentisini mi sormalıydı? İlk sorusunda insan… Kapitalizmin uğramadığı zihinleri allak bullak fikirlerle sorgulatma çalışmasında olduğunu düşünen modernizm hangi çağın getirisi idi? Savaşlarda dahi bahsedilen savaş ahlakı neredeydi? Barışın savaş kavramına yenildiği bir çağın içinde söylediği ile yaptığının uyuşmadığı bir dönemde neyden bahsediyordu bu insanlar?

 

Dünyadan, Marsa tatile gidenler ile dünyanın varlığını yeni tanıyanlar arasında nasıl bir uçurum vardı? Hepsi bir medeniyetin yapı inşası mıydı? Ve medeniyet denilen kavram nerede kaldı? Konfor alanının içinde bir çürüme mi başladı; insanlıktan bi haber?

 

Sorular, sahici sorular… Ve cevabın öznel değerinde eriyecek olan sorular… Nesneliyatına dair bir ameliyat gerektirip, bütün bilimsel verilerin eşiğinde, felsefi bir yorumla anlam bulacak olan sorular…

Soruların mahiyeti değişiyor. Bilinç seviyesinin yükselmesi anlama kabiliyetinin artması iklim şartlarının değişmesi, konfor alanının niteliği araştırmaya sorgulamaya ve bilimsel anlama incelemeye kapı mı aralıyor. Bu gayet önemli ve kendi içinde değerlidir.

 

Doğanın ve beşeriyetin içinde sorgulamak, anlamak ve öğrenmek insan olmanın bir getirisidir. Bağdat’ın yolunu sora sora bulmakta vardır; bizde atasözü mahiyetinde. Hep öyle olmuş mudur? Sora sora bulunabilmiş midir acaba? Bir yönüyle de danışmaktır aslında soru sormak. Teknolojinin etkisiyle de olsa, kişisel bir asistan görevi gören cep telefonlarına da sorsan, navigasyonun çaresiz kaldığı da olur elbette. Şarjın bitmesi yeter de artar. Ve hayatın gidişatına kolaylık sağladığı gerçeği de bir beşeriyetsel dengedir, elbette…

 

Medeniyetler hep bir değişim bir dönüşüm sürecinde bir kırılma dönemi elbette yaşarlar. Ya da kırılmanın kavramsal değerinin karşılığı bir değişim süreci mi? Elbette bir yönüyle öyle olabilir! Bütün sorular bir değişim sürecinin sorgulanmasıdır; aslında. Doğanın mevsimsel dengesinin değişimi; beşeriyetin çağın getirisinde ki değişimi gibi…

 

Sonuçta değişmeyen tek şeyin, değişimin kendisi olduğunu söyleyen felsefe(herakleitos); bir ırmakta iki kez yıkanılmayacağını düşünme sürecini de eklemiş olması da konuyu özetlemeye yeter miydi? Ya da tarihteki tekerrür kavramı da neydi o vakit? Bütün bu süreç derken de aslında insanın bir bütünün içinde olduğu, sorduğu sorularla varlık alanına dair bir kıymet oluşturduğu da su götürmez bir gerçek. Ve süreç dünya da konusal bir bütündü galiba.

Sağlıcakla…

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.