Arap Birliği ve Abdülhamit

Türk ordusunun Türk milletinin ve devletinin geleceğini tehlikeye sokan terör yapılanmalarına karşı Suriye’de yürüttüğü operasyona Batı’dan ve Doğu’dan tepkiler topyekûn bir saldırıya dönüştü. Onların bu tavrı bana Uygurların atasözünü hatırlattı:  "Köyün itleri birbirine küs olsalar da kurdu görünce birleşirler." Köyün itlerini anlamak kolay da yanımızda kurt gibi görünenlerin bize karşı havlaması bunlara aldananlara derin bir hayal kırıklığı yaşatıyor. Ümmetçilik anlayışından dolayı devamlı toleranslı bakılan Filistin’in de dâhil olduğu Arap Birliği’nin topluca bize karşı tavrı ve tehditleri bizleri hem şok etti, hem de kafamızdaki düşüncelerin sorgulanmasına sebep oldu. Amerika, Rusya ve diğer Batılı bazı ülkelerin, terör örgütlerinin yıllardır Suriye topraklarında cirit atmasına ses çıkarmayan Arap ülkelerinin söz konusu Türkiye olunca arslan kesilmeleri güçlü putlarının karşısında nasıl iki büklüm olduklarının göstergesidir. Onların bu davranışları yeni değildir. Birinci Dünya Savaşı’nda da kendilerine uzatılan kemiklere aldanan Arap yöneticileri, bugünkü gibi davrandılar. İkinci Abdülhamit, bunların en iyi tanığıydı. Onların İngiliz vaatlerine, altınlarına ve paralarına nasıl kul köle olduğunu gayet iyi biliyordu.  Bundan dolayı ümmetçi kişiliği ile bilinen İkinci Abdülhamit, Arap yöneticilerine güvenmiyordu. Güttüğü İslamcılık veya ümmetçilik ideolojisini tamamen Osmanlı Devleti’ni ayakta tutmak üzerine kurmuştu. İslamcılığa duygusal ve dinsel değil, gerçekçi ve faydacı yaklaşıyordu. Abdülhamit, İslamcılığı İngiliz emperyalizmi karşısında elinde tehdit olarak kullanabileceği bir koz olarak düşünüyor fakat uygulamaya koymuyordu. Bundan dolayı Hilafet kozunu hep Demokles’in kılıcı gibi İngilizlerin başında sallayan Abdülhamit, Mehmet Reşat’ın Birinci Dünya Savaşı başladığında sancağı şerifi çıkararak cihat ilan etmesini tarihî bir hata olarak yorumlamıştır. Abdülhamit’in kızı Ayşe Osmanoğlu bu konuya hatıralarında anlatmıştır:” Cihat ilan olununca babam(Abdülhamid) büsbütün şaşırmış ve "Cihadın kendisi değil, fakat ismi bizim elimizde bir silahtır. Ben bazen sefirleri tehdit etmek istediğim vakit,' Bir İslam halifesinin iki dudağı arasında bir kelime vardır. Allah bunu çıkartmasın.' derdim. Cihat bizim için ismi olup da cismi olmayan bir kuvveti...”(Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, s. 231.Timaş Yayınları, İstanbul, 2018.) Karşımızda böyle tarihî hakikatler dururken Türkiye’nin ütopik ve duygusal politikalarla uğraşmaması gerekiyor. Türkiye’nin gerçekçi ve faydacı politikalar üreterek Türk milleti şuurunu her şeyden öne alması bir zorunluluktur. Bunu sadece Türkiye’yle sınırlandırmamak gerek. Türk milleti şuurunun Türklerin yaşadığı coğrafyalarda da karşılığı var. Nitekim Azerbaycan’da düzenlenen Türk Konseyi Liderler Zirvesi’nde Barış Pınarı Harekatı'na destek vurgusunun yapılması, Kazakistan'ın kurucu Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in “Türk dilli devletleri demeyelim, Türk devletleri diyelim!.." teklifinin kabul görmesi Türklük şuurunun kanıtıdır. Kutlu tini şad, durağı uçmağ olsun! Hüseyin Nihal Atsız’ın dediği gibi “...Saraylarda süremem/Dağlarda sürdüğümü/Bin cihana değişmem/Şu öksüz Türklüğümü...” 

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.