Yıl kavramı aslında bilindiği üzere yirmi dört saate denk düşmektedir.
Nasıl mı?
Gece ve gündüz süresinin dünyanın yıllık hareketi esnasında güneşin etrafında var olan hareketi 365 gün 6 saate tekabül etmekte kabaca…
Tarih boyunca takvim kullanma alışkanlığını elde eden uygarlıkların bu sürece dair bilgiyi güneşin hareketlerine ve Ay’ın Hareketlerinin yanı sıra geçmişin bilgi dağarcığında, doğadan elde ettikleri bulguları uzun yılların gözlemiyle birleştirip, ortaya veri niteliğinde, takvimin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Ortaya konu olan sayıların birden başlayıp sayısal anlamda üç yüz altmış beş günlük bir vaktin, güneşin etrafında yol almakta olan dünyanın, insanın varlığıyla anlam kazanması aşikârdır. Yörüngenin hızı, dünyanın güneşin çekim etkisinde yol alması, çok detaya girmeden belli tarihlerde güneş ışınlarının dünya üzerinde belli merkezlere dik açı ile düşmesi, sıcaklık ve ısı kavramlarının genelden özele doğru indirgenmesini beraberinde getirmiştir.
İlginçtir ki yirmi dört saatlik dilimlerden, bir yıllık bir sürenin hesabına giden matematiksel işlemde, eser bırakma derdinde olan, uygarlıkların, felsefi bilginin sentezinden hareketle ortaya koydukları vaktin, gün kavramıyla son bulmasıdır. Gün kavramının yıl kavramıyla bitmesi uzun bir süreçte beyinlerde anı kelimesiyle anılması ayrı bir mevzubahistir.
Eser bırakma derdinde olmakta ayrı bir dert midir? Cevabı biraz beklesin… Konunun bu kısmını bir açıklığa kavuşturalım. Saatlerden güne, günlerden haftalara, haftalardan aylara giden ve aylardan bir yılın sonunda, yeni başlangıçla birden başlayıp saymak ve her defasında yeniden, birden başlamak bir ömrün hikâyesinde, kendi tarihini yazan insanın, sayı doğrusunda ki işlemi, sonuca elbette yansımakta…
Uygarlıkların doğaya dair gözlem süreçleri, matematiksel ve birçok bilimin kendi içindeki katma değer verileri ve günün saatlik dilimleri içerisinde eser bırakma derdinde olan insan…
Netice-i kelamda;
Coğrafyanın varlığı içinde yol alan insan ileriye giden bir takvimin eşliğinde, geçmişle gelecek bağlamında tarih yazmaya ve günün saati içinde yer almaya devam edecek… Tarih yazmak tabi, doğal olarak kendi tarihine düştüğü notla varlık kazanacaktır. Var olmak derdinde olan insan, daima ileriye giden bir saatle anlamlandırdığı vaktin, sayısal değerinin ‘bir’ den başladığını unutmadan, çalışmanın, fikri bazda katkı sağlama ve üretim çarkının dişlisi olması, sayı doğrusundaki işlemin sonuca olan yansıması, yani bu da eser bırakma derdinde olmakta ayrı bir dert midir sorusunun karşılığı gibi gözükmekte… Garipsemeyin, dert etmekte önemli…
Diğer bir yönüyle, sayı saymayı iyi öğrenmek gerekir. Bu bir ironi değil… Var olmanın karşılığı sıfıra eşittir bazen. Felsefeden coğrafya ya, coğrafya dan tarihe, tarihten matematiğe kadar… Edilgen bir anlayışla var olmanın, yani vakte şahitlik ettiğin halde sıfırdan başlatmak ve tam karşısına sıfır yazıldığına şahitlik etmek, insanın sonradan elde ettiği bilgi niteliğindeki sayı basamaklarının, basamaklarda kalma durumudur.