Sonbahar da Keşkeler

Bu aralar çok fazlaca işittiğim bir cümle hakkında yazmak istedim bu yazımda. Duyduğum bu cümleye bakış açımı yansıtabilmeyi dileyerek başlamak istiyorum yazıma çünkü kalemşörlerin anlattıklarını anlamaz silahşörler. Anlayamadığı anlam üzerinden yara açmak derdine düşerler ve her iki taraf birbirini anlayamadan didişmeye başlar. İşte ben bu didişmelerden nefret ederim çünkü farklı düşünce dillerinde savaşmak beni yorar ve kendimi anlatamamak kadar aciz düştüğüm başka bir husus yoktur. Anlatmasına anlatırım belki ama ben anlamamaca dilini bilmem ve kendi dilimde tonlarca laf etsem gram anlatamam ne dilimi ne derdimi.

Derken konuya gelelim isterseniz. Evet özellikle içinde bulunduğumuz sonbahar ayları ile bütünleşmiş bir replik bu aslında. ‘Ruhum sonbahar gibi’. Genellikle mutsuzluğu anlatmak için kullanıldığın şahit oluyorum bu cümlenin. Öncelikle kendi lügatımca anlam ayırması yapmak istiyorum düşündüğümü verebilmek için sizlere. Hüzün ve mutsuzluğun farklı şeyler olduğunu düşünen biri olduğumu bilmenizi isterim. Can yakmayan buruk hatıraların ruha yansımasıdır hüzün. Mutsuzluk ise basit bir ruha yansıma ile kalmaz. Ruhu alır bir noktadan başka bir noktaya sürükler. Mutsuzluklar sonbahar gibi değildir. Döktüğü yaprağı giydirecek cesareti yoktur bu ruh halinin. Oysa hüzün dudakta buruk bir tebessümle hatırlanmasıdır anıların.

Herkesten bu duygularının ayırımını yaptıktan sonra suçlamasını istiyorum bu arınma mevsimini.

İnsan olabilmenin özelliklerini yitirme süreci yaşıyoruz toplumca.

Herkes kendisinde olmayanı dişleri ile başkasından koparma derdinde. Hepimiz eksiklerimizi başkasından çalarak tamamlamaya çalışıyorken dökülen vicdan yapraklarımızdan sonbaharı mesul tutmak reva mı?

Elbirliği ile uygulamaya geçirdiğimiz düzene göre, başkasının derdi benim konfor alanıma sızmadığı sürece, ebatının önemi olmayan bir kavram. Çığlıklar içinde olan birinin aklımızca konulan ilk teşhisi edepsizliği olmuyor mu? Hangimizin gönül kulağı duyuyor çığlıkların altında yanan canın inlemelerini. İşte toplumsal düzenle sabitledik biz vicdani duyarsızlığımızı. Hayat bu yapacak bir şey yok savunması ile kendimize bir beraat kararı çıkardık ve azledildik tüm insaniyetsizliğimizden.

Tam da konunun bu kısmında isim koymak gerekiyor vicdan sızılarımıza. Mutsuzluk desek bu duygu buhranına fatura etmek gerekecek bazı hatalarımızı. İşte tam bu noktada hafifletilmiş bir isim hüzün  geliyor aklımıza. Hüzün genelde yaşanmış olanın bıraktığı burukluktur. Ama mutsuzluk öyle mi? Yaşanmış, yaşanmamış tüm zaman evrelerini kapsar.

Kim bilir hangi yaşanmışlıkların ya da yaşanamamışlıkların ruhumuzda yaptığı değişikliktir mutsuzluk. Keşkelerin adaletine sığınmış bir halde duaya dönüştürüyoruz keşkelerimizi. Keşkelerimiz kabul olmadıkça mutsuz oluyoruz. Hiç düşünmüyoruz başkalarının keşkelerinde ki negatif rolümüzü. Belki de azıcık kendimizden uzaklaşmaya ihtiyacımız vardır. İşte hep o kendinden kaçamamak değil mi bu kadar öfkenin sebebi. Belki itelemiyoruz düşmesi için birilerini ama yürüdüğü ipi sallamak ta sebep değil midir düşmeye.

En tumturaklı muhasebecilerin yapamayacı keşkelerin vicdan muhasebesini yapabilecek tek kişidir insanın kendisi. İşte böyle, muhasebe bitmeden mevsime veya keşkeye fatura çıkarmanın kolaylığından sıyrılıp, iç hesaplaşmamızı içimizle yapabilmemiz dileği ile.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.