REFORMİST VE MUHAFAZAKAR AYDINLARIN ÇELİŞKİSİ

Reformist aydınlar her şeyi ile batıyı isteyerek zamanla halktan kopmuşlardır. Batıyı yüceltirken yerli kültürü inkâr yolunu seçmişlerdir. Abdullah Cevdet gibiler “Türk ırkının bozulduğunu, Almanya’dan damızlık erkek getirilmelidir” derken, Tevfik Fikret Robert Koleje kapılandıktan sonra “Bugün vicdanım da tebdili tebaiyet etti” cümlesini söylerken, Rıza Tevfik “Biyolojik Materyalizmi” savunuyordu.

Bunlara karşılık, Namık Kemal Osmanlıyı ve İslamı kötüleyen Pozitivist Ernest Renan’a karşı İslam’ı ve Osmanlıyı savunmak için “Renan Müdafaasını” yazıyor,  Ahmet Mitat'da Namık Kemeli takip ediyordu. Serveti Funun’culardan R.Z.M.E krem’in  “Araba Sevdasında”, A.Hamit’in “Finten”inde, H.Ziya  “Aşk-ı Memnusunda” kahraman olarak hep batılıları seçtiler.

Kendilerini Muhafazakâr Münevver gören aydınlar ise eski yerli kültürün yaşayacağını zannederek, tarihlerine inanıyor ve onunla avunuyorlardı. Milli ve dini sloganlar peşinden koşuyor ama yeni bir şey söylemiyor, etkileri günümüze kadar geliyordu.

Bu dönemim muhafazakârları tesirsiz, reformistleri zararlı oldular. Çünkü topluma yabancılaşmışlardı. Türk aydınının genel vasfı  "batı değerlerini kabullenme ve kendi değerlerine sırt çevirme biçiminde olmuştu".  Aydınlarımız batı kültür ve medeniyetini kritik edecek bilgi ve donanımdan mahrumdular. Bilgileri sığdı. Ama batının bir kez cazibesine kapılmışlardı. Artık dönüş  yoktu.

 Cumhuriyet döneminin önde gelen edebiyatçılarından Yakup Kadri’de, Tanzimat’tan beri aydınların kafalarını  “ Avrupa irfanına” yeterince teslim etmemesini tenkit ediyor ve “ şeklen Avrupakari değil, ruhen Avrupai olmaya çalışalım” diyordu.

Cumhuriyetin seçkinleri de tıpkı Osmanlının son dönem aydınlarının yolunu izlediler.1930 yılında Ankara’ya gelen İtalyan büyük elçisi, Norman Vonbiçof  “köy sosyolojisi” uzmanıydı. Derhal harekete geçilerek elçinin bilgilerinden faydalanma cihetine gidildi.

Yahu üstad, sen bu işin uzmanısın, köylerimiz üzerinde ne yapabiliriz, bize bir plan çizebilir misin?” derler. Büyük elçi kısa bir düşünceden sonra  “tabi bir plan yapabilirim, ama önce köyünüzü bir görmem lazım, köyünüz şu anda nasıl bir yapıya sahiptir? Potansiyel imkânları nelerdir? Talepleri nedir?   sorularına cevap bulmalıyım derken bizim seçkinci yöneticilerimiz, bu düşünceyi bir hayli anlamsız bulurlar ve ortalama şu cevabı verirler. “Üstat önemli olan oranın şimdi nasıl olduğu değil, bundan sonra nasıl olması gerektiğidir, buna ise köylü değil biz karar veririz, orası biz nasıl istersek öyle olur”. Bu düşünce günümüze taşınmış özellikle Milli Eğitim Bakanlığında bunun uygulamaları son 30 yılda belirgin şekilde görülmüştür.

Batı medeniyetinin ve uygarlığının nihai olduğu tezinin kabulü bir hataydı. Zira beynelmilel, çağdaş, evrensel hiçbir medeniyet yoktur. Cemil Meriç çağdaşlaşmaya verdiği cevap ilginçtir. “Çağdaşlaşma kadar rezil, adi ve katil bir kelime yoktur. Bu çağ neden Avrupalıların çağı olsun. Türklerin, Hintlilerin, Patagonyalıların, Fransızların, İngilizlerin birlikte yaşadıkları bir tarihtir. Bu tarihte çağ içi, çağ dışı nasıl olabilir? Yani çağ bir dairemidir ki bir kısım insanlar bunun içinde bir kısmı da bunun dışında yaşasın. Bu korkunç bir şey. Biz çağdaşlaşmayı kabul ettiğimiz andan itibaren, biçareliğimizi, elimizin kolumuzun bağlı olduğunu, efendimizin Avrupa olduğunu kabul etmiş oluruz”.

 Batı medeniyetinin üstünlüğü, batı emperyalizminin aydınlar üzerinde meydana getirdiği emperyalist düşüncenin mahsulüdür. Bu batının mandacı, dayatmacı düşüncelerinin kabulü anlamını taşır. Tanzimatla birlikte başlayan, İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve günümüzde Amerikan hayranlığı bu düşüncelerin sonucudur.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.