Şehrin dehlizleri, karanlık sokakları ve masalların can kulağıyla dinlendiği konaklar ve mahalleler moderniteye yenilince olan konaklara oldu. Tıpkı onlarda akranlardan kopmuş yaşı kemale gelmiş, pamuk ninelere, ak saçlı dedelere döndüler.
Yıllar önce yaşı doksanı aşmış bir ak saçlı dede boynuma sarılıp ola hoca yetim kaldım yetim derken gözlerinden yaşlar gelirken o öpülecek elleriyle bana bir sarılışı vardı ki anlatmak için söz bulunmazdı.
Bugün şehrin arka sokaklarında gezerken gözlerden ırak, tek başına kalmış bir konak objektifime takıldı. Konakta ak saçlı dede gibi yalnız kalmış desteklerini kaybetmişti.
Konak belki yüz yaşından fazlaydı. İki katlı, kesme taş, moloz taştan inşa edilmiş, ahşap pencerelerle bezenmişti.
Yıllar önce yaptıran ağa, bey veya bir varlıklı insan bu konağı inşa etmişti. Eski Erzurum evleri iklim şartlarına göre inşa edilmiş, dış avlu, iç avlu, tandırbaşı, kiler, terekler, su kurunlarını alt katta yerleştirilmiş, üst katta ise oturma odası ve yatak odaları yer almıştı. İşte bu konakta böyle bir şeydi. Bir tek farkla üzerine ilave edilmiş alçak yapılı bir çatı ilave edilmişti.
Konak deyince sakın aklınıza ana ve baba ve çocuklardan oluşmuş bir aile oturuyor sanmayın.
Konak ta dede, nine, gelinler, kızlar, oğullar ve torunlar otururdu. Yani üç kuşak aynı mekânı paylaşır büyük aile olmanın yerine göre faydalarını yerine göre de sıkıntılarını çekerlerdi. Ancak yine de herkes mutlu idi.
Dede, baba, torun aynı evde dünyaya gelmişti. Kuşaklar aynı mekânın havasını teneffüs etmiş, aynı kurundan, aynı maşrapayla suları içmiş ve muhteşem güzellikler yaşanmıştı. Hastalıklar, ölümler, sevinçler, düğünler, kız vermeler, gelin getirmeler hep bu konakta olmuş yılar hızla akıp gitmişti.
Artık şehirde kültür değişmeleri başlamış, insanlar kabuk değiştirir gibi mekân değiştirip Yenişehir, Kayakyolu, Yıldızkent, Hilalkent, Dadaşkente gitmiş, bir zamanların komşulukları, dostlukları elini eteğini çekmiş bir zamanların bu muhteşem konakları artık tek başlarına kalmış, tıpkı ihtiyar dede gibi yalnız kalmıştı.
Pencereleri deforme olmuş, camları kırılmış, kapısına kilit vurulmuştu. Sanki ölümü bekliyordu. Bir zamanlar Kerem İle Aslı, Âşık Garip ile Şahsenem, Leyla İle Mecnun, Köroğlu hikâyeleri anlatılmış, nice insan bu hikâyeleri gözyaşları içinde bu konakta dinlemişti.
Konak cana gelmiş, son nefesini vereceği günü beklerken kim, ne zaman kazmayı vurup yıkacağı günü beklerken sanki ihtiyar dedenin ne zaman teneşire yatırılıp, ne zaman mezara konulacağı günü bekleyen hali vardı.
Sonuçta şehirler masallarını, hikâyelerini, efsanelerini, manilerini, türkülerini kaybederken bu konakta o ihtişamlı günlerini kaybetmiş ölümü bekliyordu