İsrail’in, Gazze Saldırısı Ve Küresel Isınma

“Dünyanın geleceği tehdit altında”

 

"Sözlerim var köprüleri geçirmez

Kimseyi ateşten korumaz kelimelerim

Kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına"

                                                                İSMET ÖZEL

 

Gazze meselesinin insani yönü vardır, İslami yönü vardır birde dünya ekosistemine etkileri boyutu vardır. İslami ve insani yönü çok çok önemli. Orada bir insanın haksız yere akan bir damla kanı bile çok önemli. Ancak ben bu yazıda İsrail’in Gazze’ye saldırısının iklim değişikliği bağlamında dünya ekosistemine etkisi ve sonuçlarını ele almak istiyorum.

 

İsrail yaptığı bu hukuksuzlukla hem soykırım yapıyor hem de insanlığa karşı bir suç işliyor. Bugün Gazze’de tüm dünyanın gözü önünde bir insanlık krizi yaşanıyor. Bu drama sadece oradaki Müslümanların katliamı ile neticelenmiyor. Orada insanlarla beraber dünyanın dengesi de bozuluyor. Çevre katlediliyor, hayvanlar katlediliyor bitkiler katlediliyor kedi köpek ne varsa tabiat katlediliyor, dünyanın iklimini değiştiriliyor. Belki şuan için fark edilmiyor ama nasıl ki ABD’nin Japonya da Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının etkisini sonra gördüysek, İsrail’in de bu dünyanın ekosistemini bozacak zulmü sonra anlaşılacaktır. Şüphesiz İsrail’in bu vahşetinin dünyada siyasi, kültürel ve ekonomik etkileri olacak ama en çokta iklim üzerine etkisi olacaktır.

 

İsrail’in 7 Ekimden beri Gazze’ye yaptığı ağır saldırılar artık sadece Gazze’nin sorunu olmaktan çıkmıştır. Bu mesele artık bir İslam ümmetinin de problemi değildir. Bu saldırılar artık dünyanın ekolojisini ve iklimini etkilemektedir.

 

İsrail, 7 Ekimden bu yana saldırılarının iklim ve çevreye etkileri 3 ana başlıkta toplamak gerekiyor.

1. Savaşa hazırlık dönemindeki çalışmaların iklim ve çevreye etkisi

2. Savaş sırasında kullanılan ağır silahların çevreye ve iklime etkisi

3. Savaş sonrasında İsrail’in iklim ve çevreyi tahrip etmesi

 

İsrail’in saldırılarının iklime ve çevreye etkisi ta savaşa hazırlık sürecinde başlıyor. Çevrenin savaşa uygun şekilde düzenlenmesi ile tahribat başlıyor. Kullanılacak silahların denenmesi ve bu silahların üretimi aşamalarında başlayan tahribatla devam ediyor. Savaş için kurulması gereken düzenekler, cephaneler, üstler için geniş arazilerin kullanılması ile genişliyor. Bu eylemler öncelikli olarak toprağın, suyun ve havanın kirliliğine sebep oluyor. Haliyle o bölgedeki yaban hayvanlarının yaşam alanlarını da tahrip ediyor. Sadece hazırlık sürecinde bile biyo çeşitliliğin azalmasına dek çeşitli tahribatlara neden olduğu göz önünde bulundurulursa çevresel yıkımın düşündüğümüzden çok daha büyük olduğu görülebilir. Bunun en büyük ispatı geçmişte silah deposu olarak kullanılan Alman topraklarının yaklaşık yüzde 4’ü kullanılamıyor.

 

BM’ye göre de çevre sorunlarının %34’ünün nedeni savaşlar ve silahlar. 2014 yılında yayınlanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC) 5. Değerlendirme Raporu; küresel iklim değişikliğine neden olan sera gazı seviyelerindeki artışın ana sorumlusu olarak enerji sektörünü gösterdi ve fosil yakıtlara dayalı enerji yatırımları yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasını önerdi. İşte tamda burada savaşlarda kullanılan fosil yakıtlara bağımlı silah endüstrisinin ve oluşturduğu karbon emisyonlarının iklim değişikliği üzerindeki direkt etkisini kanıtlar nitelikte. Savaş endüstrisinin iklim değişikliğinde büyük bir etken olduğu bir kez daha altını çiziyor.

 

Bugün İsrail’in kullandığı ağır bombardımanda açığa çıkan sıcaklıkla toprağın alt katmanlarına kadar yanmasına sebep oluyor. Bu toprakların yeniden işlenebilir hale gelmesi için 100-400 yıl gibi bir sürenin geçmesi gerekiyor. İsrail saldırılarının, toprak üzerindeki hasarını gösteren en acı gerçeklerinden sadece birisi, ağır bombardıman uçağından atılan bir bomba patladığında, askeri araçların ateş altına alınarak yakıldığında, yüzlerce tank, zırhlı araç ve topçu sisteminin imha edildiğinde, vs… silahlı çatışmaların devam etmesi gibi durumlarda savaşın karbon ayak izi anlamında meydana getirdiği yıkıcı hasarlar oluşuyor.

 

İsrail’in 7 Ekim’den, Şubatın 25’ine kadar geçen sürede sivillerin yaşadığı evlere 70 bin ton bomba atıldığı belirtiliyor. Uzmanlar bunun Amerika’nın Hiroşima’ya attığı atom bombasının tam 4 atom bombası büyüklüğünde bir etkisi olduğunu söylüyorlar. Bu bombalar da Amerika’dan sağlanıyor. Azgın İsrail bir atışta 1 ton bombayı atıyor. Uydu görüntüleri bin kilo ağırlığındaki bir bombanın geride, çapı 12 metrenin üzerinde 500'den fazla krater ortaya çıkardığını gösteriyor. Bu bombalar, ABD'nin Irak'ta IŞİD'e attığı en büyük bombalardan 4 kat daha ağır… Şuana kadar 30 bin insan katledildi. 360 binden fazla konut yıkıldı. 500’den fazla cami, 300 den fazla üniversite ve okul, 31 hastane yıkıldı. Atılan bombaların arasında yasak olan fosfor ve misket bomları var.

 

Savaş sonrası da bu etki katlanarak devam edecek. İsrail’in savaş şartlarından dolayı yol açtığı bu zararlar iklim değişikliklerinin doğrudan bir tetikleyicisi halinde.

Bu saldırılardan sonra başta Müslümanlar olmak üzere çok ciddi gösteriler oldu ama bu gösterilerde de sarf edilen sözler İsmet Özel’in ifadesi ile kimseyi ateşten korumadı. Gazze’yi ateşten korumadı. Dünya çapında yüzbinler milyonlar bir araya geldi, bir adım atılmadı. Demek ki bunlar bir işe yaramıyor. Merhum Başbakanımız Necmettin Erbakan’ın ifadesi ile “İsrail ancak güçten anlar.” Bu gücü maalesef elinde bulunduran şuan için ABD. Dünya 5’ten büyüktür demişti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan.

 

Birleşmiş milletler 2. Dünya savaşının galibi 5 ülke tarafından kurulduğu için, sistem onlar tarafından işletilmiştir. Daha sonrada BM, Amerika’nın taşeronluğunda tamamen İsrail’in güdümüne girmiştir. Ama bugün görüyoruz ki bu beşin bile önemi kalmadı. Artık dünya birden büyüktür yani “Dünya sadece Amerika’dan ibaret değildir” konumuna geldik. Bugün İsrail’i durduracak gücün Amerika olduğunu maalesef üzülerek görüyoruz. Ya da Müslümanların yeniden bir araya gelerek, birleşerek İsrail’e dur demesi mümkün olacaktır. Bu noktada umutsuz olmamak lazım. Bir de bu olayların ilahi planda neye tekâmül ettiğini bilmiyoruz. Belki de yeni yeni doğuşlara gebe.

 

1200’lü yıllarda Moğol zulmü tüm İslam âlemini sarmıştı. Tüm ümmet coğrafyası bugünkü Gazze’nin hali gibiydi. O zamanın uleması, kitaplarına da geçecek şekilde bunu söylemişlerdir: “Her halde Muhammed Ümmetinin sonu geldi, buraya kadarmış” demişlerdir. Ama ilahi plan başka bir mecrada hareket etmiş 100 yıl sonra Osmanlı diye bir cihan devleti doğmuş 650 yıl tüm dünyaya hükümran olmuş, dünyaya adaletle hükmetmiştir…

 

Yine 20. yüzyılın başında tüm İslam âlemi batılı güçler tarafından işgal edilmiş; âdete ikinci bir Moğol istilası gibi ümmet coğrafyası yeniden işgale uğramıştır. Anadolu’da başlayan kıyam tüm İslam topraklarına örnek olmuş, biz de milli mücadeleyle bir devlet kurmuşuz. Bizden sonra da diğer İslam toprakları bağımsızlığına kavuşmuştur.

 

Bağımsızlık uğruna bu millet varını yoğunu vermiş, ekonomisi çökmüş, genç ve çalışan nüfuz âdete yok olmuş. Geriye yaşlılar, çocuklar ve kadınlar kalmış. 1940’lı yıllarda dönemin İaşe Müdürlükleri ve Komisyonları müdürü olan aynı zamanda da meşhur bir yazar olan Şevket Süreyya “Memleketin dört bir yanından gelen, açlıktan ölenleri yazmaktan bileklerimiz ağrırdı” demiştir. O gün 100 yıl sonra Türkiye bugünkü halini alacak dense hiç kimse inanmazdı. Geldiğimiz noktada ülkemiz hem ekonomik anlamda büyümüş, hem de siyasi olarak etkisini artırmıştır. Bugün Türkiye dünya da oyun kuramıyor, ama oynanan oyunları bozuyor. Bugün dünyada Türkiye olmadan bir mesele çözülemiyor. Bugün Türkiye başta olmak üzere tüm İslam dünyası ekonomik anlamda güçlü durumda ama etkin durumda değildir. Türkiye ülke olarak üzerine düşeni yapmaya çalıştı ama bu mesele tek bir ülkenin halledeceği bir mesele olmaktan çıkmıştır.

 

İnsanlığın bugün kabul ettiği ortak bir değerler sistemi var. İsrail bu değerleri tamamen ortadan kaldırmış durumdadır. İsrail dünyayı ahlaken çökertmiş durumdadır. Bugün insanların ne BM ne İnsan haklarına, ne demokrasiye ne de uluslararası hukuka güvenleri kalmamıştır.

 

Müslümanların bir araya gelip bir birlik oluşturmaları gerekmektedir. Dünyanın selameti için bu zorunludur. Dünyanın geleceği Müslümanların birlik ve beraberliğine bağlıdır.

Eğer Müslümanlar bir araya gelmezse İsrail durdurulamayacak ve aynı zamanda tüm dünyada hâkim olan kapitalist zihniyet sayesinde, bu vahşi kapitalizm dünyanın sonunu getirecektir.

 

https://www.youtube.com/watch?v=kF4YPnCsUIA

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.