İftardan önce tam okunacak yazı. Meraklılarına
Güneş henüz Deveboynu Geçidi'nden ışıklarını Erzurum semalarına havale ediyor. Hava alabildiğine temiz. Gökyüzü berrak... Bir tarafta Allahu Ekber Dağları, diğer tarafta Palandökenler... Karşıda Mescitli dağları... Uzaklarda Kop Dağı...
Sessizlik insan ruhunu okşuyor. Ruhun tedavisi için mükemmel.
Saltuklu Türkeri’nin 1078'den sonra yerleştiği, Ahi Toman Babanın medfûn bulunduğu bölge.
Ulu Cami'den çıkıp Gâvurboğan Mahallesi'ne yöneldiğimde doğuda Narmanlı Camii, batıda Emir Şeyh Mescidi. Hemen yanı başında Mehdi Abbas Kümbeti. Ne yazık ki medresesi ve zaviyesi günümüze gelememiş...
Erzurumlu annelerin oğullarına kız beğendikleri Saray Hamamı.. Müşterilerine asırlardır temizlik sunmakta. Nice gelinler burada beğenildi.. Nice yemek sofraları buralarda kurulmuş, sevdikleriyle paylaşıldı.
İşte Sıvırcık Camii. Saltuklu zamanında yapılmış, cami ve medrese tarihin acımasızlığına dayanamayıp yıkılmış, yerine Erzurumlu hayırsever birisi bu camiyi 1890'larda yeniden yaptırmış. O gün bu gün hizmete devam ediyor. Tabi bir de ismiyle ilgili hikâyesi var. Tarihin bir devrinde şehri çekirgeler istila etmiş. Ahi Baba Kırşehir'deki Ahî Ocağı'ndan getirttiği suyun bir miktarını minareye asmış bir miktarını da çevreye saçtırmış. Böylece pîrin himmetiyle çekirge sürüsü dağılmış ve Erzurum bu istiladan kurtulmuş.
Gümüşgözü, Leblebici Yokuşu ve Deli Ömer Tarlası unutulmuşlar arasında. Mahalle arasında kalmış Ahi Fahrettin mezarı burada.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e intikal eden ve 1918'in sonlarında önce Hasan-i Basri Mektebi olarak açılan sonraki yıllarda ismi Palandöken İlkokulu'na dönüşen tarihî taş bina ne yazık ki 1980'lerin sonlarında yıkılmış, yerine betondan ruhsuz bir bina yapılmış, bir eseri daha kaybetmişiz.
Güneye doğru yürürken karşıma yeni restore edilmiş Taş Cami çıkıyor. Evet, eser çok güzel yapılmış, ne yazık ki mahalle boşaldığından eski günlerini aramakta. Yolun batısında yıkıntılar arasından bir kümbet yükseliyor. Rabia Hatun Kümbeti! Bir zamanlar kimilerinin Erzurum'da yaşamış bir şair olduğunu ileri sürdükleri, kimilerinin Rabia-ı Adeviyye olduğunu iddia ettikleri (oysa aslında ikisi de olmayan) bu mekânda belli ki ismi kaybolmuş bir anamız, bir büyüğümüz yatmakta.
Tahta Cami'den biraz güneyde bir türbe gözüme çarpıyor. Oraya vardığımda 1892 doğumlu bir Kadirî şeyhinin mezarı bizi karşılıyor. Mezar taşı kitabesindeki sözleri şehrimizin ünlü şair ve hattatlarından Ketencizâde Mehmet Rüştü Efendinin yazdığı Tokatlı Şeyh İsmail Efendiye ait kabrin bulunduğu alanda bir zamanlar semâ yapılan bir dergâh da bulunurmuş! Az ileride yeni yapılan devâsâ apartmanların gölgesinde Hasan-i Basri türbesi gözüme ilişiyor. Sadece eyvah ki eyvah diyebiliyorum!.....
Yolun biraz ilerisinde tepe üzerinde tarihe meydan okuyan sade küçük bir cami dikkatimi çekiyor... Derhal yıkıntılar içinde oraya ulaşıyorum. İlk işim yapım tarihini okumak. Yıl 1698 evet üç yüz yıldan beri hizmet eden bu sade ve samimi cami de cemaatini arıyor.
Bu geçtiğim mahalleler Mehdi Abbas (Sıvırcık), Rabia Hatun, Hasan-i Basri ve Kırmacı, Sultanmelik Mahallesi’nden oluşan bir köşemiz. Hepsinin ortak adı tarihî Gâvurboğan Mahallesidir.
Yoldan batıya doğru yöneldiğimde yine yıkıntılar içinde iki cami gözüme çarpıyor, o tarafa yöneliyorum. İşte Mahmudiye Camii. 1771 yılında yapılmış mütevazı bir mahalle camii. Cami etrafında bir tur attıktan sonra ismini mahallesinden alan 1837 yılında yaptırılmış Kırmacı Camii'ne ulaşıyorum. Tıpkı bu cami de eski günlerini arıyor. Restore edileceği ve yeni mahalle sakinlerinin geleceği günü beklemekte.
Evet, tarihî kökleri olan bu dört mahalle ne yazık ki kentsel dönüşüm sonunda tamamen yıkılmış, isimleri belediyece yok edilmiş, dün sokaklarında ehramlı nenelerin, annelerin dolaştığı, bayram sabahlarında ve arife günlerinde çocukların el öptüğü, arafalık topladığı, yaşlı dedelerin ağır ağır sokaklarında yürüdüğü bu yerler sanki tarihin derinliklerinden günümüze feryat eder gibiler!
Nice delikanlıların yavukluları peşinden sokaklarda siluet gibi geçtiği bu sokaklar, kimi genç kızların nişanlısının yolunu hasretle gözlediği tırhıçlı kapılar, sanki ötelerden bizlere bir şeyler fısıldar gibi..
Tabi çocukların Toprak Tabyaları ele geçirmek için yaptıkları savaş oyunları bu mahallelere ayrı bir renk katıyordu. Artık buralarda ne ev, ne bahçe, ne de çocuk var. Yabanî otlar mahalleyi istila etmiş, sonbaharın gelişini haber vermekte, her geçen gün daha bir sararıp solmaktadır.
Yolu düşenlerin sakin kafayla yanlarına fotoğraf makinelerini alıp sabahın erken saatlerinde belgeselleştirecekleri bu mahallerimiz de sükût uğramış, artık bir damla su akıtmayan çeşmelerin sessizliğinde tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir.
1935-40'larda kale ve çevresi açılırken eski muhitlerin yerleri oralara sokak ismi olarak verilmişti. Kale Dibi Sokak, Subaşı Kurbu .... Gibi. Şimdi bizler de günümüz belediyelerinden bunu beklemekteyiz. O bölgede açılan bir caddeye, bir sokağa tam oraya isabet eden mahallenin yâda sokağın adı verilse ne güzel olur. Mahalleleri ve mahalle kültürünü yok ettik, hiç olmazsa isimlerini yaşatalım. Ne dersiniz, iyi olmaz mı?
Neden Gâvurboğan? Lamba yok, elektrik yok, silah yok… Sonradan ismi Gâvurboğan Mahallesi olarak anılacak mahallelere Ruslar ansızın karanlıkta taarruz ederler. Yataklarından fırlayan mahalle halkı kadınlı, erkekli, çocuklu direnişe geçer ve Ruslarla süngüye karşılık sopayla karşılık verirler. Boğaz boğaza, gırtlak gırtlağa bir savaş demeyelim ama boğuşma olur. Allah Allah sesleri uzak mahallelerden duyulur. Karanlıkta Erzurumlu Dadaş durur mu? Neyi varsa eline alıp koşar savaş çetindir. Evler, avlular sokaklar savaş alanıdır. Tekbir sesleri semaya çıkarken Ruslar hurra diyerek hücum ederler. Ruslar beklenmedik direnişle karşılaşmışlar ve kayıp vermektedirler. Saatler sürer çatışmalar, sokaklar kan gölüne çevrilmiştir. Nice nineler, anneler, gelinlik kızlar ihtiyar dedeler ve güveyilik çağına gelen dadaşlar şehit olur. Rusların zayiatı gittikçe aramaktadır. Komutan çareyi ordusunu çekmek ve geldikleri istikamette kaçmakta bulurlar. Ruslar iki binden çok kayıp vermişlerdir.
Erzurum halkı her işgalde kentini, mahallesini, sokağını evini kahramanca savunmuştur. Ruslar 1828, 1856, 1877- 1878 ve 1916 olmak üzere Erzurum'u 4 kez işgale yeltenir. 1856 yılında ikinci kez Erzurum'u işgale gelen Rus kuvvetlerinden haberdar olan mahalle halkı hazırlığa başlar. Karskapı'ya kadar gelen Rus ordusu, burada alınan tedbiri görünce kente güneyden girmeye karar verir. Mahalle halkı da balta ve satırıyla Rus askerine karşı koyarak, şehre girmesine izin vermez. Rus ordusu geri çekilir. O günün Valisi Feyzullah Paşa, mahalleye gelerek halkı tebrik eder ve Mehdi Abbas, Emirşeyh, Sultanmelik ve Hasan-i Basri Mahallelerine toptan 'Gâvurboğan' unvanı verir."
O gün, bu gün mahallerin ortak adı Gâvurboğan olmuş, ne yazık ki 2013 yılında mahalleler birleştirilince bu adlarda mahallelerde tarih olmuş, kentsel dönüşümle ne var, ne yoksa yıkılıp yok edilmiştir.