Horozlar ötüyor... Üüüüürü Üüüüü.....!
Sabah ezanları okunuyor.. . Allahu Ekber Allahu ekber.... Artık kalkma vakti...
Ve sabah ezanlarıyla yeniden hayat başlıyor.
Anam yatağından kalkıyor, abdestini alıyor, güne başlıyor. Allah'ın divanına durup namazını eda edip ev halkını uyandırıyor. Kalkın birazdan gün doğacak ... Namaz vakti geçiyor, nidalarıyla odamızdan çıkıp tezek sobasını yakıyor, bacadan tezeğin tütünü çıkarken anam çinko demlikle suyu sobanın üzerine koyup suyun kaynamasını beklerken bir taraftan kahvaltı sofrasını hazırlıyor.
Ben hemen sokağa fırlıyor ve olanca sesimle: Ey Müslümanlar kalkın altın kervanı geçiyor...! Aradan bir süre geçiyor bu sefer; Ey Müslümanlar kalkın gümüş kervanı geçiyor diye bağırıyorum. Zaman bir hayli ilerleyince yine; Ey Müslümanlar kalkın b.........k kervanı geçiyor diye bağırıp eve dönüyordum. Bizimkisi çocukluk işte...!
Tezek sobasının üzerinde su kaynamaya dursun hızla ahıra gidip inekleri, koyunları sağıyor, sağılan sütleri tülbent yardımıyla süzüp, güveçlere dolduruyor. Tekrar eve dönüp babam ve altı kardeşimle birlikte sofraya oturup ailecek neşe içinde Allah neyi nasip etmişse lor, ekmek, bazen kete, bazen fetir ve çaydan oluşan sabah kahvaltısını tamamlayıp kısa bir an sonra dağılıyoruz. Babam ve büyük ağabeyim çayıra ot biçmeye gidiyor, ben öküzleri otlatmaya götürüyorum. Diğer kardeşlerim tarlanın yolunu tutuyor. Herkes işine giderken fedakâr anam tekneye unu, suyu dökerek hamur yapmaya başlıyor.
Artık kuşluk vakti gelmiş, tandır yakılmış, sütler kaynatılmış, sıra ekmek pişirmeye gelmiştir. Ekşiyen hamur lavaş haline getirilip rapatayla tandırın şurtuna pat diye vuruluyor, kıp kızıl kesilmiş tezek ateşinde tandır ekmekleri pişerken ekmek kokuları ta iki kilometreden hissediliyordu. Ah ne kokuydu.... Ah bir bilseniz. Pişen ekmekler ekmek sandığına yerleştirilip kilere koyulurken sıra yayık yaymaya gelirdi.
Çiğ haline gelmiş süt yayığa dökülür, kuyudan çekilen billur gibi su ilave edilir, ip yardımıyla tavana asılmış olan yayık, ayaklar yardımıyla en az bir saat türkü, mani, koşma söylenerek çalkalanır, suyun üst kısmında oluşan halis muhlis tereyağı toplanarak küre şekline getirilir, soğuk suyun içine atılır bekletilirdi.
Yağı alınmış, geriye ayranı kalmış olan kısım kazana dökülerek tandır üzerine konulur, maya içine atılarak kaynatılır, boyu metrelere kadar uzayacak muhteşem civil peynir elde edilirdi. Civil peynirin o hali, tadı ve lezzetini ancak yiyenler bilirdi.
Artık güneş tepeye çıkmış, koyun sürülerini çobanlar sağılması için köye getirmişlerdi. Anam üşenmeden kovaları alır, 20-30 koyunu en az bir saate sağar, sağdığı sütü süzer, kaynaması için tekrar tandırın üzerine koyardı. Ancak öğle olmuş, sofra hazırlanması gerekmektedir. Tandırda ne pişmiş ise sofraya konur, sabah dağılan aile bireylerinden gelenler sahana dökülen yemeği tahta kaşıklarla mideye indirme yarışı yaparken, tandırda pişen o muhteşem ekmeklerle sahan güzelce sıyrılır, yemek duası sonunda herkes işine gider geriye kalan tüm bulaşık, yıkama, rafa dizme işi yine anama kalırdı.
Anam öğle namazını kılar, boş durmadan yün eğirir, çorap dokur, kazak dokur, ev işlerini tamamlar, tezekleri karıştırır, bu tempo ikindiye kadar devam eder, namazlar eda edilir sıra mahallenin kadınlarıyla ikindi çayını içmeye gelirdi.
Boş durmak yok. Bu arada eski elbiselerin yırtıkları yamalanır, sökükleri dikilir, birazdan gelecek olan inek koyun sürüleri beklenir, vakit kaybetmeden süt sağımına geçilirdi. Akşam olmuş, inekler sağılmış, küleklerde birikmiş sütler komşulara götürülüp hap yapılırdı.
Akşam olunca sürüler ahıra bağlanmış, kapılar kapatılmış, sıra akşam namazını eda etmeye gelmiştir. Namaz eda edilir, akşam gaz lambası ışığında sofra hazırlanır, babam baş köşeye geçer tüm ailecek büyük bir gav çanakta tandırdan yeni çıkmış yemeği lezzetle yer, günün değerlendirmesini yapar, baba nasihatini dinler sofradan kalkardık. Gaz lambasının ışığı altında yatsı namazına hazırlanırdık. Babam tüm yorgunluğuna aldırış etmeden camiye giderken bizde evde namazımızı eda eder babamızın yolunu gözlerdik.
Cami dağılmış, babam eve dönmüş, artık bize yatma vakti gelmişti. Yastığa başımızı koyduğumuzda uykuya dalmış, top atılsa sesini duymazdık. O uyku muhteşemden öte muhteşemdi.
Neyse bizler yatağa girmiş, babamda yatağına yatmıştı ama anam hâlâ ayaktaydı. Anam son bir kez; evi , tandırı, kapıyı kontrol etmiş, on sekiz, on dokuz saattir ayakta duran anam günün yorgunluğunu gidermek için ancak yatağına girebilmişti.
Elleri nasırlı, ayakları yürümekten bir hal olmuş, aç kalmış, bizleri yedirmiş, susuz kalmış, bizlere su ikram etmiş, okutmuş, elbiselerimizi yıkamış, hastalandığımızda başımızda beklemiş, yokluğu, fukaralığı yüreğinde hissetmiş, çocuk doğurmuş, gece uykusundan kalkıp süt vermiş, ömründe bir kez olsun offf dememiş anam rahat uyu. Makamın Cennet olsun.
Değerli dostlar sanırım 1980 öncesinde köylerde yaşayan tüm ananlar böyleydi. Edirne'den Van'a kadar Sinop'tan Anamur'a kadar böyleydi. Onların eli değil ayakları öpülesiydi.
İşte benim anamın veya analarımızın bir günü eksiğiyle, gediğiyle böyleydi.