İsmi bile endişe uyandırıyor. Düşünsenize akşam yatan babanı sabahleyin çocuklara ne yedireceğim endişesini taşıyan ananın ruhsal değişimini, dönüşümünü ve beyin kıvrımlarında hissettiği acıyı....!
Bir baba, bir insan akşama kadar bir kaç kuruş kazanayım diye yollara düşmüş, çabalamış lakin bir iş bulamamış, akşam evine dönecek elinde ekmek yok.. Cebinde para yok... Bu adamın mahcubiyetinin acısının, yüreğindeki ruhsal fırtınaların sınırını artık siz akledin...!
Evde anne çocuklarını açlıklarını bastırsınlar diye boş tencereyi, yanmayan ocağın üstünde tutup yemeğiniz pişecek, akşam babanız ekmek getirecek diye karanlığın çökmesini bekleyen annenin dramını bir düşünsenize...!
Evde çocuklar bir lokma ekmek yerim diye saatlerce açlık içinde babalarını bekleyen, hatta açlıklarından ağlayan, annelerinin göz yaşları içinde feryadü figan eden bu biçarelerin gözlerin yola dikip babalarını bütün arzu ve iştiyaklarıyla beklemelerini bir akletseniz ya...!
Bunun için iki cihan serveri bakın ne diyor: "Fakirlik endişesinden sana sığınırım Allahım".. Bundan büyük ikaz olur mu? Bırakın fakirliği endişesi bile insan zihninde fırtınalar koparıyor. Sevgili peygamberimiz bize bunu haber veriyor...
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında açlık, yokluk, fakirlik çeken dedelerimizin, ninelerimizin ve babalarımızın çektikleri o acıları hiç düşündük mü?
Ben bizzat o acı günleri yaşamış babamın ağzından her daim duyduğum şu söz beni ürpertmeye yetip artıyordu bile... "Allah açlıkla kimseyi terbiye etmesin". Açlıkla terbiye edilmeyi aç kalmayanlar bilemez...
Bir eli yağda, bir eli balda, sofrada eskilerin deyimiyle bir kuş sütü bulunmayanların bu açlığı, yokluğu, fakirliği anlaması zordur... Anlamazlar. Onlar Fransız Kralının dediği gibi "ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" diyen tuzu kuru olan, vicdanlarını kaybetmiş olanlardır...!
Bayramda tatilini nerede geçireceğini, hangi yemekleri yiyeceğini, nerede dans edeceğini, parayı nasıl harcayacağının hesabını yapmayanlar bırakın fakirliği fakirliğin endişesini bile anlamazlar.
"Fakirin yüzü karadır" derler. Sevilmezler. Toplum tarafından dışlanırlar. Asalak olarak görülürler. İş olsun diye ellerine tutuşturulan bir kaç kuruş ile vicdanlarını rahat ettirme yolunu seçerler..
Halbuki asırlar öncesinde günümüze ulaşan Çin Atasözünde gerçek ifadesini bulan şu ilkeye uysalardı belki bu fakirlik endişesi mutlak anlamda olmasa bile en aza inmiş olacaktı. Neydi bu veciz ifade: "Fakire balık vermektense balık tutmayı öğretin"...
Ne yazık ki son yıllarda devlet olarak, millet olarak fakirlere balık vermeyi marifet sayıp balık tutmayı öğretmedik. Sonrada verdiğimiz balıklarla övünme yolunu tercih ettik...
Evet değerli dostlar bugün arife, yarın Kurban Bayramı... İnsanlar bugünlerde ne yapacaklarının hesabını yaparken ben bu yazımla uyarı yapmayı tercih ettim.
Kimse alınmasın ama işsizler ordusu artarken, üretenler üretemeyip köylerden şehirlerin varoşlarını doldururken korkarım fakirlik yok yok fakirlik demekle çözüm çıkmayacak, aksine endişesi giderek artacak..
Üzgünüm.
Kardeş eğer gelir dağılımı adil olsa bu fakirlik endişesi olmaz. Hiç hak etmedikleri halde birilerine kepçeyle, çalışıp çabalayanlara da tatlı kaşığının ucuyla verilirse olacağı budur. Bu ülkede milli gelirin ,yüzde 80'ini, yüzde 20 kesim alır, yüzde seksen kesim de yüzde 20' sini alırsa işte böyle fakirlik diz boyu olur. Türkiye gelir dağılımı bakımından, dünyanın,Arjantin'den sonra ikinci ülkesidir. Hele bakınız ki bu ülke ne hale geldi.