Bu yazının birinci bölümünde sosyo ekonomik problemler ile toplumu krize götüren bir takım nedenler ortaya konmuş ve kültürel değerlerimiz doğrultusunda çözüm öneriler olarak;
1. Medeniyet anlayışı ve popüler kültür
2. İnsanın tanımlanmasındaki eksiklikler
sunulmuştu. Bu bölümde tespit ettiğimiz kalan birkaç neden yine çözüm önerileri ile birlikte paylaşılacaktır.
3. İktisadi Tanımlamalardaki Eksiklikler
İnsanın donanımının mükemmelliği, Batılı iktisatçıları ihtiyaçların sınırsızlığı düşüncesine götürmüştür. Oysa insanın hissedebileceği eksikliğin bir sınırı vardır. Hakikat olan şu ki; “ihtiyaçlar hayal dairesi kadar geniştir”. Yani hayalin dolayısıyla ihtiyacın bu anlamda bir sınırlılığı vardır. Beraberinde gerçek ihtiyaçlar oldukça az sayıdadır. İnsanın tükettiği, kullandığı ürün veya hizmetler, eksikliğini duyduğu, karşılanmayınca kendini yoksun veya mutsuz hissettiği ihtiyaçları sınırlı sayıdadır. İhtiyaç olmayan arzuları ihtiyaç kategorisine sokmak ve böylece sayısını artırmaya çalışmak kapitalist bir pazarlama çalışmasıdır. Böyle yapıldığında bile ihtiyaçlar sınırsızlaştırılamaz. Sınırlı insanın sınırsız nasıl ihtiyacı olabilir? Bunu, akleden hiç kimse kabul edemez.
Batılı iktisatçıların bir diğer yanlışı da kaynakların sınırlılığıdır. Oysa her yeni gün ile hayata göz açan bir sürü canlı, her baharda yeniden meyve veren ağaçlar, bitkiler vb. bu ifadenin yanlış olduğunu ortaya koymaktadır.
Yine Batılı iktisatçılar, her davranışının temelinde kendi çıkarını düşünme güdüsü yatan, kendi zihinlerinde tasarladıkları, karanlık iç dünyalarının izdüşümü homoekonomikus bir insanı model almışlardır. Oysa çevremizde tüm canlıların bir birine yardım ettiği gözlenebilir. Sosyal değerlerimiz açısından bakıldığında; ailesine, yakınlarına, komşularına ve düşkünlere yardım eden, hatta bu amaçla kendi kişisel isteklerini öteleyebilen ya da gem vurabilen bir varlığa çıkarcı demek ne derece doğrudur?
Burada çözümün bir ayağı, kendi iktisat terminolojimizi ve toplum yapımıza uygun teorilerimizi acilen oluşturmamızdır. Çözümün bir ayağı da; toplumsal yardımlaşma ve dayanışmanın özendirilmesidir. Çünkü; yardımlaşma olmayınca toplumda fakirleşme hızlanmıştır. Böylece farklı gelir düzeylerindeki gruplar arasında sevgi, saygı ortadan kalkmış, bu durum toplum tabakaları arasında çatışmalara neden olmuştur.
4. Küreselleşme Aktörlerinin Hırsı
Krizin sosyo ekonomik problemlerin bir nedeni de, uluslararası şirketlerin, büyük sermaye sahiplerinin, küreselleşen dünya pazarını ele geçirme sevdası yani servet hırsıdır. Ölçüsüz bir şekilde ihtiyaç üretip, yeni yeni ürünler pazarlanmakta, her türlü kazanç meşru kabul edilmektedir. Başkalarının sırtından ölçüsüzce geçinme, açlığını umursamama, burada önemli bir yanılgı olarak karşımıza çıkmakta, bunun felakete varan sonuçları hemen sınırımızdaki ülkelerde net bir biçimde görülmektedir.
Üretim ihtiyaca göre yapılmamakta, toplumun bunları ihtiyaç olarak algılaması sağlanmaktadır. İnsan da ihtiyaç olarak algıladığı eşyaya sahip olabilmek için hırs göstermekte, kaynağına ve kazanç yoluna bakmaksızın, bu varlıklara sahip olmaya çalışmaktadır. Böylece tüm yollar meşru sayılmakta, haksız yollardan, başkalarının zararına elde edilen kazançlar da, çoğunlukla israf edilmektedir.
Bunun çözümü kanaat etmek veya elde olan imkânlarla yetinmek, fazlası için yanlış kanallara yönelmemektir. Tüm dünyaya sahip olmanın insanı mutlu etmeye yetmeyeceğinin anlaşılması, asıl huzurun ve mutluluğun iç huzuru olduğunun bilincine varılmasıdır.
5. Bankacılık Sistemi
Bankacılık sistemi, para satma ve paradan para kazanma üzerine kuruludur. Kredi kartı faizleri enflasyonun üzerindedir. Alınan önlemlere rağmen, komisyon, aidat vb. biçimlerde bir takım kesintiler yine de sözkonusu olmaktadır. Bankalar, satın alma gücü düşük veya borçlu kişilerin zor durumlarından ya da uzmanların ince hesaplarını tüketicilerin idrak edememelerinden yararlanmaktadır.
Sermaye sahiplerinin diğer kesimlerin emekleri üzerinden büyük paralar kazanmasının temelinde “vurdumduymazlık” ve güçlünün haklı olması gibi insani olmayan bir bakış açısı vardır. Bu durum, sermaye ile işgücünün çatışmasına neden olmaktadır. Tarihte yaşanmış olan sınıf kavgalarının temel nedeni budur ve bizde yaşanmamış olması, ancak sosyal değerlerimizle açıklanabilir.
Sermaye faktörünün yüksek gelirine rağmen diğer üretim faktörlerinin yeterince pay alamamaları, emek ve sair ticari faaliyetleri anlamsızlaştırmaktadır. Çalışarak bu kadar kazanmak mümkün olmadığından, toplumda tembellik ve köşe dönmecilik baş göstermekte, parası olanlar spekülasyona, parası olmayanlar da şans oyunlarına yönelmektedir.
Yine piyasada, sanal para ile gerçekleştirilen işlemler ekonomiyi olumsuz etkilemektedir.
Bu durumun önüne geçilebilmesi için ekonomi; borsa, faiz ve döviz üçgeninden kurtarılmalıdır. Faiz rakamları finans kuruluşları tarafından gerçek yıllık faiz olarak belirtilmeli, aylık ya da günlük rakamlarla tüketicinin yanıltılmasının önüne geçilmelidir. Tüketiciler finans sistemi konusunda bilinçlenmeli, bilgi eksikliği nedeniyle yaşanabilecek olumsuzlukları önleyecek yasal düzenlemeler derinleştirilmelidir.
Bir diğer önlem de faiz oranının düşürülmesi, buna katkı sağlayacak enstrümanların devreye konması önemlidir. Bu yapılırsa, faktör gelirleri belli ölçüde dengelenecek, dar gelirliler orta sosyal gruba yaklaşacak, ortalama bir hayat standardına kavuşacak, gelir dağılımındaki uçurum gittikçe azalacaktır.
Selam ve dua ile…