Aşırı Günah İçeren Psikoportreler(!)

Arif Nihat Asya, 1943’te Diyarbakır’da yedek subay olarak görev yaparken Ziya Gökalp hakkında bir konferans verileceğini duymuştu. Konuşacak kişi Gökalp’in kardeşi Mehmet Nihat Bey’di. Ancak Arif Nihat Asya o konferansa gitmedi. Yavuz Bülent Bakiler yıllar sonra ona bu konferansa niçin gitmediğini sorduğunda Arif Nihat Asya, benim bu kitabı yazmama sebep olan şu cevabı verdi: “Gitseydim adam kalkıp bana Ziya Gökalp’in hayatını ve fikirlerini anlatacaktı… Bunlar benim bildiğim, yıllardan beri edebiyat derslerinde anlattığım şeylerdi. Ben o konferansa gittim mi Ziya Gökalp’i çeşitli yönleriyle dinlemek isterdim. Kitapların yazmadığı hususları bilmek isterdim. Mesela ben Ziya Gökalp’in nasıl oturduğunu merak ediyorum. Ziya Bey nasıl otururdu? Bağdaş mı kurardı, diz üstü mü otururdu, ayağının birini altına alıp ötekisini göğsüne doğru mu çekerdi? Nasıl giyinirdi? Nasıl konuşurdu? Nasıl gülerdi? Ağlamasını bilir miydi, ağlamasını? Nasıl yazardı? Nasıl okurdu? Ve azizim kahveyi nasıl içerdi kahveyi? Sade mi içerdi, şekerli mi az şekerli mi? Bunlar benim için çok önemli, çok önemli. Ben Ziya Bey’i çeşitli özellikleriyle bilmek dinlemek isterim.”

Rahmetli Arif Nihat Asya’nın söylediklerini, ben de merak ettiğim için öğrencilerime yeri geldiğinde anlatıyordum. Ancak bu konuda detaylı ve yeterli düzeyde kitap pek bulamıyordum. Bu maksatla belirlediğim şair ve yazarlar üzerinde çalıştım. Onların ailelerini, doğumlarını, çocukluklarını, gençliklerini, fiziksel özelliklerini, aşklarını, evliklerini, edebî, siyasi ve sosyal görüşlerini, hatıralarını, huylarını, alışkanlıklarını, magazinsel yönlerini, dostluklarını, arkadaşlıklarını aldatmalarını, itiraflarını, ihtiraslarını, tartışmalarını, polemiklerini, kavgalarını, küskünlüklerini, kinlerini, nefretlerini, kıskançlıklarını, korkularını, kırgınlıklarını, üzüntülerini, sevinçlerini, çılgınlıklarını, sohbetlerini, eğlencelerini, olaylarını, intiharlarını, ölümlerini kısacası psikolojilerini yansıtan birçok bilgiyi bir araya getirerek beş kitap hazırladım.

Hazırladığım bu kitaplardan Son Dönem Türk Edebiyatı 2014’te, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatından Zıt Kutuplar 2015’te, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatından Renkli Psikoportreler 2016’da yayımlandı. Doğrusunu isterseniz kitapların okurlar ve akademik çevreler tarafından beklentimin üstünde ilgi görmesi beni bir öğretmen olarak çok mutlu etti. Dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamalarında genelde ilk sıralarda yer alan Harvard, Stanford, Princeton, Chicago, Columbia ve New York üniversiteleri ile dünyanın en büyük, en önemli kütüphanelerinden Amerikan Kongre Kütüphanesi (Library of Congress) Psikoportreler seri kitaplarını kütüphanelerine dâhil etti. Türkiye’de de başta İstanbul ve Hacettepe üniversiteleri başta olmak üzere bazı üniversiteler Psikoportreler kitaplarını kütüphanelerine aldı. Bu ilginin verdiği heves ve cesaretle öncekilerin devamı niteliğinde olan Millî Edebiyat Döneminden Elit Psikoportreler ve Tanzimat, Servet-i Fünun, Fec-i Ati Dönemlerinden Özgün Psikoportreler kitaplarını hazırladım. Bu kitapların da aynı şekilde ilgi göreceğini umuyorum.

Şair ve yazarları anlatırken kendimi şair ve yazarların yanında gibi hissettim. Kimiyle sevindim, güldüm kimiyle de üzüldüm, hüzünlendim, şaşırdım ve hayretler içinde kaldım.

Ama onları olduğu gibi kabullendim, horlamadım, ötelemedim, aşağılamadım. Onların normal insanlardan çok farklı ve aykırı psikolojilere sahip olduklarını gördüm. Şair ve yazarların en mahrem yönlerini “Bilimde ayıp olmaz.” ilkesinden hareketle herhangi bir şekilde sansürlemeden verdim. Eğer onların ayıp ve günah denilen davranışlarını, hareketlerini, düşüncelerini sansürleseydim bu sefer tam bir portre ortaya çıkmayacaktı. Zira bir portreden bahsedebilmek için kişinin iyi-kötü, güzel-çirkin yanlarını bir arada vermek gerekiyor. İşte böyle düşündüğüm için Psikoportreler’de şair ve yazarların belki birçok kişinin düşünemeyeceği, kaldıramayacağı mahrem yönlerini ve yaşantılarını anlattım. Bunlar kimilerine göre ayıp ve günah şeyler. Bu noktada İslami hassasiyetlerinin olduğunu söyleyen bazı arkadaşlar tarafından onların dedikodusunu etmekle günah işlemekle eleştirildim. Ben de onlara Kur’an-ı Kerim’de Lut kavminin sapkınlığından “…Siz, kadınları bırakıp da cinsel tatmin için erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz haddi aşan bir topluluksunuz.”(Araf/81) denilerek apaçık bahsedildiğini söyledim. Bunun üzerine onların insanlara ibret ve ders vermek maksadıyla anlatıldığını belirttiler. Ben de onlara bana zararı olmayan, bilakis faydası dokunan şair ve yazarların dedikodularını etme, günah işleme ithamının yersizliğini ve trajikomikliğini, edebiyata kaynaklık edebilecek kitaplar hazırladığımı, kitaplardan isteyenin de istediği dersleri çıkarabileceğini açıkladım. İlaveten onlara şair ve yazarların ekseriyetle kendi mahremlerini söylemekte hiçbir sakınca görmediğini, hatta bazılarının bunlarla övündüğünü dile getirdim. Dolayısıyla kendi günahlarını, mahremlerini alenen anlatan insanlardan bahsetmenin, insanların ve toplumun fayda sağlayacağı düşünüldüğünde günah olmayacağına vurgu yaptım. Kaldı ki insanların günahkâr olup olmadığına karar vererek Allah’ın vekili gibi davranmak nereden bakarsanız yanlış bir davranıştır.

Bana yöneltilen bu eleştiriler yıllar önce Babıali eserinde şahsının ve çevresinin mahremlerini, günahlarını anlattığı için Necip Fazıl’a da aynı çevrelerin öncekileri tarafından yapılmıştır. Necip Fazıl sözünü hiç sakınmadan onları “Müslümanlık taslayıcıları” olarak nitelemiş, günahları açığa vurmasında İslami bir gayesi olduğunu ifade etmiştir. Ben de gayemi anlattım. Ne diyelim herkes niyetine göre ve düşünebildiği kadar nasiplenir.

Kitapları hazırlama sürecinde destek ve teşviklerini gördüğüm Serpil Demir’e Sedat Vural’a, Mebruke Kuşeri’ye, Tayfun Altıntaş’a, Türkan Aygün’e, Seda Dandin Köse’ye, İbrahim Kul’a , Gamze Kaymak’a, Hatice Tokgöz’e, Şerife Yıldırım’a ve Pelin Pülyır’a şükranlarımı sunuyorum.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.