Vatan için can veren şehitlerin anısına.....
Tellallar davul eşliğinde duyduk duymadık demeyin..... SAVAŞ BİTTİ... SAVAŞ BİTTİ... SAVAŞ BİTTİ..................! diye bağıra dursun, Analar, babalar, gelinler, yavuklular dört yıl önce askere gönderdikleri evlatlarından, sevgililerinden haber bekliyordu.
Eh işte savaş bitmiş, Mondros Mütarekesi gereğince asker terhis edilmiş, başta İstanbul olmak üzere ülke işgale başlanmış, geride sağ kalan kimi sakat, kimi yaralı, kimi hasta askerler evlerinin yolunu tutmuşlardı. Köy, nahiye, kasaba ve nihayet şehirlerde evladı asker olanlar dört gözle gelecek haberleri bekliyorlardı.
1914 yılının o soğuk gecelerinde başlayan çarpışmalar, 1916 yılının kış aylarında Erzurum, Gümüşhane, Bayburt ve daha nice vatan toprağının Rus işgaline uğramasıyla sonuçlanmıştı. On binlerce vatan evladını, yiğidini vatan müdafaasına göndermiş olan bölge esarete düşmüş, acılı yıllar başlamıştı.
Ekim devrimiyle Rus askerleri işgal edilen bölgelerden çekilirken geriye Ermeni çetecilerini bırakmıştı. O acılı günlerde geride kalan sivil halk ne acılar çekmişti. Anlatmaya kelimeler kifayet etmezdi.
Neyse zaman hızla ilerlemiş, savaşın bittiğine insanlar tanık olmuşlardı.
1918'in Aralık ayı. Terhis olan askerler birer ikişer değişik cephelerden Gümüşhane'ye gelmiş, bir handa gecelemeye başlamışlardı. Toplananlar Bayburt'un köylerinden askere gidip sağ dönenlerdi.
Askere giderken güçlü, kuvvetli, gözleri çakmak çakmak yanan her biri aslan parçasıydılar. Ya şimdi..! Sakalları uzamış, belleri bükülmüş, pazuları zayıflamış, her biri bir hastalığın çemberinden geçmiş, soluk benizli, gözleri içeri çökmüş, kaburga kemikleri sayılıyordu.
Gelenler handa kalıyor, at kızağının kontenjanı olan on kişiyi tamamlamaya çalışıyorlardı. Sekiz, dokuz derken on kişiye ulaştılar. Süleyman, Ahmet, Mehmet ve diğerleri paralarını verdiler. Lakin en son gelen Ali'nin verecek parası yoktu. At kızağının sahibi ilada param diye tutturdu...
Dokuz arkadaş aralarında topladıkları parayı vererek Ali'nin geride kalmasına gönülleri razı olmadı.
Hareket başlıyor. Hani "Han Duvarları" şirinde Faruk Nafiz 'in ifadesiyle...
"Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar..."
Misali kızak sahibi deh diyince atlar kişneyerek harekete başladılar. Gümüşhane'den Keçikaleye, oradan Vauk dağına tırmandılar. Güneş tepeyi çoktan geçmiş, neşeyle türkü söyleyerek yol aldılar.
Bir yanım Erzincan vermem Baybur'du Yıkılsın düşmanın tac ile yurdu Sağ olası anam beni doğurdu
Seneler seneler kötü seneler Gide de gelemeye hain seneler ....... Ah o seneler......!
************************
Mızıka çalındı düğün mü sandın? Al beyaz bayrağı gelin mi sandın? Yemen'e gideni gelir mi sandın? Dön gel ağam dön gel dayanamiram, Uyku gaflet basmış uyanamiram.....
Askerde söylemeye alıştıkları yanık türküleri; Ali, Mustafa, Ahmet, Süleyman ve diğerleri hep bir ağızdan söyleyerek geçit vermeyen Vauk geçidini aşmaya çalışıyorlardı.
Ah geçen yıllar neler oldu neler? Dört yıllık sürede defnedilemeyen şehitler kurda kuşa yem olmuş, kurtlar insan etine alışmışlardı. Nerede insan görseler tüm hızlarıyla saldırıp parçalıyor, karınlarını doyuruyorlardı. Süleyman ve arkadaşları bunu biliyor, hissediyor ve saldıracak kurt sürülerinden korkuyorlardı.
Kafile bu duygular içindeyken karanlıkla başlayan tipi canlarını iyice sıkmıştı. Atlar kızağı çekmeye çalışırken tipi tarafından doldurulan yollar hızlarını kesiyor, kızak sahibi Mehmet'i huzursuz ediyordu.
Uzaklardan kurt ulumaları geliyor, azda olsa bunları köpek havlamaları takip ediliyor, Ay ışığı etrafı aydınlatıyor, en zor olan geçit tamamlanmış, Bayburt'a doğru atlar dört nala yol almaya çalışıyordu....!
Kızağa en son binen Ali uzaktan bir karartının kendilerine yaklaştığını ilk gören olmuş, içine bir sızı düşmüştü. Arkadaşlarına sizde bakın yaklaşan bir karartı görüyorum demiş, biraz sonra başına gelecekleri hissetmişti.
Hepsi birden dikkat kesildiler. Korkuyorlardı. Acaba kurt sürüsü mü....! Arabacı meşin kırbacı havada atların sırtına indiriyor, atlar ağızlarından köpükler saçıyor, kızağın demirlerinin çıkardığı sesler etrafta çıngırak sesi dalgalanıyordu...
Karartı yaklaştıkça kurt ulumaları korku salıyor, bir sürü kurt kızağı takip ediyordu. Derken kurtlar kızağa yaklaşmış, bütün güçleriyle saldırıya geçmişlerdi.
Süleyman ve arkadaşları birbirlerine tutunmuş, sadece kurtların hamlelerine karşı tekmelerle karşılık veriyorlardı. Kurtlar her saldırıda askerlerin bacaklarında ısırık izi bırakıyor, elbiselerini parçalıyor, vaz geçmeden saldırmaya devam ettiler. Bu hengamede Veli'nin bacağını ısırarak kızaktan düşmesini sağladılar.
Kızaktan düşen Ali bütün can havliyle beni kurtarın diye bağırırken kızakta Ali'den ve kurtlardan uzaklaşıyordu. Ali artık dayanamamış ve kurtlara yem olmuştu. Göz açıp kapayıncaya kadar kurtlar yeni bir insan etiyle karınlarını doyurmayı başarmışlardı.
Süleyman, Mehmet, Ahmet, Mustafa ve arkadaşları bir taraftan Ali'nin ölmesine üzülüyor, bir taraftan kurtların ısırmasıyla oluşan yaralarının acısını hissediyor ama yeni bir kurt saldırısı olursa ne yapacaklarını düşünüyorlardı.
Kızak sahibi kendisini demir kafes gibi olan korunaklı yerde kendini muhafaza ediyor, olanca gücüyle atlara deh derken rüzgârda şiddetini artırıyordu. Kar fırtınası savruluyor, göz gözü görmez hale getiriyor, birden kendilerine yaklaşmakta olan daha büyük kurt sürüsünün olduğunu görüyorlardı.
Atlar son sürat yolda ilerlerken kurtlarda yaklaşmış ve hamle yapmaya başlamışlardı. Bu sefer saldıranlar daha çok ve daha tehlikeliydiler. Dokuz arkadaş el ele tutuşmuş, gelen kurt hamlelerini tekmeleriyle savuşturmaya çalışıyordu. Fakat kurtların pes etmeye hiçte niyetleri yoktu.
Hamle üzerine hamle yapıyorken dokuz arkadaş avazlarının çıktığı kadar bağırarak kurtları korkutmaya çalışıyordu. Ayakları, bacakları kan revan içinde kalmış, her kan damlası kurtları iyice vahşileştirmişti.
Tekemler peş peşe savrulurken birden dört arkadaş bacaklarını kurtlara kaptırmış, tüm direnmelerine karşılık kızaktan düşmelerine engel olamamışlardı. Kurtarın ulumaları içinde yolun kenarına düşen dört arkadaş kurtların son hamleleri içinde bağırarak hayata veda ediyor, beyaz karların rengi al kana boyanıyordu.
Kalan askerler göz yaşları içinde ölen dört arkadaşlarına ağlıyor, göz yaşı döküyorken kızak sahibi olanca gücüyle atlarını kamçılayıp bir an önce yeni bir kurt saldırısı olmadan Bayburt'a ulaşmaya çabalıyordu.
Kar yağmaya devam ederken yakın köylerden gelen köpek havlamaları, esen fırtınanın sesine eşlik ediyor, Süleyman ve arkadaşlarının acılarına acı katıyordu.
Neden sonra hiç konuşmayan kızak sahibi Mehmet bütün sesiyle işte Bayburt işte Bayburt işte diye bağırdı...!
Beş arkadaş Bayburt'a yaklaşmanın verdiği rahatlıkla acılarını yüreklerinin derinliklerine gömerek Dört Yıl süren Moskof savaşlarında canla başla savaşan arkadaşlarının kurtlar tarafından parçalanmasına içten içe ağlıyorlardı.
Sabah ezanları okunurken Bayburt'a ulaşan kafile bir handa soluklanmış, bir gün içinde yaşadıkları olayları, yanan sobanın etrafında iliklerine kadar sirayet eden acılarını dindirmeye çalışıyorlardı.
Yorgunluklarını atmadan öğleye doğru köylerine giden beş arkadaştan Süleyman ilerleyen günler kuduz olacak ve kendisini mereğin direğine bağlatarak acı ve feryatlar içinde son nefesini verecekti.....