101 Yıl Önce Erbaa Ve Erzurum'lu Nahiye Müdürü

Mutlaka düşünerek satır satır okumanız dileklerimle....!

1 Mayıs 1919'da vaziyeti anlamak ve yer hazırlamak üzere evvela yalnız olarak Erbaa'ya gittim.Hancı Sabri isminde birisinin hanında misafir oldum.Nereli olduğumu sordular.Eşkıyalardan intikam maksadı ile namı müstearla Gürcü ve Batum'lu olduğumu söyledim. Meğerse o eşkıyaları Erbaa'dan idare eden Gürcü Hurşit Efendi isminde bir ihtiyar tüccar varmış, hancı herhalde buna söylemiş olacak ki, bu adam hana kadar geldi.Beni ziyaret etti.Yemeğe davet etti.Büyük ikramlarda bulundu.Ve kazadan nahiyeye hareketimde de kasabayı çıktıktan sonra 50-60 atlı ve silahlının bana intizar ettiğini gördüm.

Bunlar beni istikbal ederek nahiye merkezine kadar götürdüler.Adamları tetkik ettiğimde bizi soyanlardan 5-10 kişiyi bunlar içinde gördüm.Ve hatta nahiyeye gittiğimizde birisinin de nahiye karakolunda jandarma olduğunu anladım.

Onlarda beni tanıdılar.Fakat ben çete başı İzzeti çağırdım.Kabahatin bende olduğunu, kendimi Gürcü olarak tanıttırmadığımdan soyulduğumu, böyle şeylerin kıymeti olmadığını ve zarar varsa onun telafisinin kolay olacağını ve kat'iyyen hatırlarına bir şey getirmemelerini her zaman nahiyeye serbest gidip gelmelerini tembih ederek kendilerine fazla surette itimat telkin ettim. Ve neticede ziyanın bir kısmını aldım. Bu çeteden Kuvay-i Milliye işlerinde çok faydalandıktan sonra bunların dağılmasını ve çete başı İzzet ile en yakın arkadaşı Kanbur Mehmet hariç olmak üzere  diğerlerinin tevkif edilmesini ve öldürülmesini sağladım.

Nahiyede göreve başladığımda ağır bir zatülcenp hastalığına yakalandım. Doktorsuz ve bakımsız olarak Hükümet Konağında yatarken bir ihtiyar köylünün kolumdan kan alması ile iyiliğe döndüm ve Tokattaki evi götürmek üzere izin aldım.Tokat'a gittim. Ve evde ailem Zahireyi hasta buldum.Birkaç gün bunu tedavi ettikten sonra hep beraber Fevzi de  dahil olduğu halde Erbaa'ya döndük.Buradan Fevzi'yi Samsun tarik ile Erzurum'a gönderdim.Bizde Nahiyede hazırladığımız evimize geldik.Bu sıralarda nahiyede asayiş katiyen yok, bilhassa Rum çeteleri açıktan dolaşmakta, Nahiyeyi teşkil eden 32 köyden 8'i Rum köyü olup, bunların içinde kız öldüren isimli köy Pontus çetelerinin merkezi halinde idi.

Gerek bunlar,gerekse bileğine güvenen halk yer yer eşkıya olmuş, her gün bir katil ve her gün müteaddit soygun. Köylerde hiç kimse canından ve malından emin değil bşir vaziyette.Birçok defalar nahiye hükümet konağında otururken her hangi bir çetenin gündüz öğle vakti nahiye merkezini basarak adam öldürdüğü ve hayvanatı da sürüp götürdüğü vakidir.

Bu sırada kaymakamımız da Karabet Markoryan isminde bir Ermeni olup İngiliz İşgal kuvvetleri ile Samsun ve Merzifon'da bulunmaktadır.Bu ermeni kaymakam memleketin asayişini tanzim etmek işi ile katiyen alakadar değildir.Çünkü mütareke hükümlerine göre asayişini temin edemediğimiz mıntıka galip devletler tarafından işgal edilmektedir. İşte bu Ermeni de mümkün mertebe ortalığın asayişinin çokca bozuk göstererek her gün için bir taraftan Rum çetelerinin, bir taraftan da kendi millettaşlarımızın taarruzlarına uğramaktadır. Bizde hükümet olarak hiçbir şey yapamamaktaydık.Hatta halk öyle demek istiyordu ki hükümetlik vazifesini yapamıyorsanız ne diye oturuyorsunuz. Bu Türk köylerinin hiç birisinde silah yok. Zaten köylerde erkek namına hiç kimsede kalmamış, kalanlarda harbin uzun sefaletinden kurtulmuş çoluk çocuklarına kavuşmuş rahat etmek istiyorlarsa da  bir taraftan iaşe derdi bir taraftan da can ve mallarından emniyetsizlik ve bir taraftan da memlekete giren düşman hakkında teessür duyarak muzdirip vaziyette idiler.

Ulu atamızın bu sırada Samsundan Sivas'a geçtiğini haber aldık. Erzurum'dan sonra yüksek direktifleriyle Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri teşkil edildiği sırada Erba da bir cemiyet teşkili mevzuu bahis oldu.Ve bir çok tereddütten sonra  bu cemiyet teşekkül etti. Ve bende cemiyete girdim.O zaman Erbaa da askerlik şubesinde bulunan Yüzbaşı Vanlı Ziya Efendi ile şimdi ismini hatırlayamadığım diğer bir yüzbaşı ve ben , üçümüz faal faaliyette idik.Bizim faaliyetimize Duyunun-u Umumiye Memuru Zileli Hüseyin Efendide bir fiil iştirak etmekte  ve icabında Duyun-u Umumiye kasasını emrimize vereceğini de vaad etmekte idi.

Bu vaziyet karşısında, Nahiyemde derhal Türk Köylerini silahlandırmak için ziyarette bulundum. Ve hatta bir çoklarının zahiresini satarak zorla silah ve cephane tedarik ettirdim. Tük köylerini silahlandırdıktan sonra  bir Kuvay-ı Milliye Teşkilatı vücuda getirerek bunların başına, nahiyenin Yurnus Köyünden takım başı Emin Efendi isminde birisini tayin ettim.Nahiyenin Türk olan 28 köyüne silah aldırmıştım. Ayrıca köyler ile nahiye merkezi arasında bir toplanma işareti kararlaştırılmıştı. Bu yirmi dört köyden her üç günde  bir değişmek üzere üçer silahlı kıtayı muntazıra olarak nahiye merke4zinde bulunduruyordum.Yani her an için nahiye merkezinde yetmiş iki silahlı mevcut var idi.Diğer köylerden de tehlike anında verilen işaretle azami bir saat zarfında 500 silahlının nahiye merkezinde cem edilmesi sağlanmıştı.

Bu teşkilatı yaptıktan sonra hemen her gün nahiye merkezinden muntazam bir kata şeklinde Niksar Mıntıkasına gelip geçmekte olan iki yüz-üç yüz atlı Rum çetelerinin artık düşmanların hemen için nahiye dahilinde hiç bir kimsenin müselleh dolaşamayacağını ilan ettim.Bu teşkilatı yapmakla beraber yukarıda yazdığım veçhile bizi soymuş olan Beldağı Köyülü Küçük İzzet Çetesi ile de daima hali temasta bulunarak bunlardan Kuvay-ı Milliye Hizmetlerinde istifa etmeyi unutmadım.

Bu teşkilatı yaptığım milli kuvvetlerle Rum çetelerine kurduğum pusu neticesinde bir miktar telafat vererek bunların nahiyede silahla dolaşmasına mani oldum. Fakat benim bu teşkilatımdan memnun kalmayan Kaymakam Karabet Markoryani Efendi ile Pontos Teşkilatına mensup Rum zengin ve tüccarları evvela müteaddit defa nahiye merkezini bastırmak ve buna muvaffak olamayınca şahsıma suikast tertip etmek şartı ile teşkilatı bozmak istediler. Bununla da yetinmeyip takım başımı köyünde vurdular. iki üç defa kazaya giderken benim yolum üzerine pusu kurdular. Öldürmeye muvaffak olamadılar. Sivas valisine kaymakamı şikayet ederek görevden aldırmamıza karşı yerine Damat Ferit Paşanın adamlarından birini kaymakam olarak gönderdiler. O ise daha kötü çıktı.

Bu arada İstanbul işgal edilmişti. İşgali protesto etmek amacıyla miting düzenledik. Kaymakam bu mitinge de katılmadı. Bu arada Zile isyanı başlamış bastırmak için köylerden kuvvet toplarken her zaman gittiğim köyün imamı lakayt davranarak  "müdür ben senin ne işe dolaştığını biliyorum, sen köyümüzün delikanlılarını toplayıp götürecek ve halife efendimizin askerlerine kurşun attıracaksın. Sen dinsiz ve imansızsın. Genç olmasaydın seni şimdi köylüye linç ettirecektim. Buradan çekil git." demesi oldukça zoruma gitmişti.

Artık nahiyede durmam tehlikeye düşmüştü. Sivas Valisinden izin isteyerek Erzurum'a dönmeye karar verdim. Erba'dan ayrılırken Rum çetelerinin geçeceğim Destek Boğazında Ladik-Samsun mıntıkasında vaki olacak tecavüzlerden dolayı kimseye haber vermedim. Rizeli bir adamın kervanıyla Erzurum'a gitmek için Erba'dan hareket ettik.

Boğazda Rum çeteleri yolu kestiler. kafile başkanı Laza nahiye müdürünü sordular. Laz, "nahiye müdürü aramızda yok" deyince kervan yoluna devam ederek Rum çetecilerden beni kurtarmış oldu.

Görüldüğü gibi içten veya dıştan yardım alan çeteler bölgeye hakim olmuş, zavallı Türk de korumasız kalmıştı. İşte 1919 yılında şartlar böyleydi. Bu şartları okumamış, dinlememiş, idrakten yosun insanlar kalkıp o günleri tenkit ediyor. Yok öyle bir şey deme zavallılığına düşüyorlar.

Ancak  Erzurumlu Nahiye Müdürü Hasan Tahsin Sanin  hatıralarında yaşadıklarını satır satır yazarak tarihe not düşüyordu.

Kaynak: Hasan Tahsin Sanin, Erzurumlu Bir Nahiye Müdürünün Anıları. Hazırlayan Muammer Çelik. Erzurum. 2015.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.